Oğuz Atay



"İkinci kitabımda, herkesin saldırdığı ve saldırmakta haklı olduğu bir adamla (bir bakıma adam haklı görüyor onları) herkesin hor gördüğü bir kadının maceralarını yazacağım. İkisinin de tek tek yaşantıları, onların birleşmesini zorunlu hale getirecek. Kimse adama acımayacak. Adam ise her zaman kötü değil. Gene de acımaya layık görülmüyor hiçbir zaman. Her zaman, başkalarının üstün olmalarının acısını yaşamış ve başını kaldırmadıkça küçümseyici bir hor görüşle izin verilmiş nefes almasına. Biraz direnip, ben de bir şeyler yapmalıyım dediği zaman binmişler tepesine; hem de, aldırmadan, yaptıklarını fark etmeden, hemen unutarak yapmışlar bunu. Adam hiç unutmamış kendine yapılanları. Kendi yaptıklarını da aşağılığını da unutmamış, unutamamış. 


Kadın biraz başka türlü, hep almaya çalışırken, kendine akılsızca güvenmiş. Haksızlık saymış başına gelenleri. Hep beklemiş cennete girmeyi. Adam, bir cennet gibi görünüyor ilk zamanlar ona. Sonra –ne yazık- birbirlerine eziyet ediyorlar. Adam bilmeden, iyi olduğunu sanarak; fakat bir miskinlik ve derinden kadının yanlış olduğunu sezerek… kadın da bir didinme ile. İkisi de yoruluyorlar. Hikâyeyi, kısmen adam anlatıyor. Kısmen başkaları. Kadın anlatmıyor. Yalnız adamla konuşuyor ve onu da anlatıyorlar. Sonunu şimdilik düşünemiyorum, fakat birçok bölüm yazabileceğimi hissediyorum şimdiden. Adam, kendini çok didikliyor ve her yıkılışında, daha önceden yalnız kendinin bildiği küçük hesaplardan, küçük günahlardan dolayı bu yıkılışın olduğuna inanıyor. Adam sonra ne oluyor? Belki başka bir kitabın konusu olur bu. Onun yıkılışının sonuyla başlayan bir kitap. Onu herhalde daha sakin bir devremde düşüneceğim. Gene sondan başlamayı düşünüyorum. Bu sefer, formu daha esaslı düşünmeli ve yoğun, sıkışık bir şey olmalı bu hikâye. Çok uzun olmayabilir. Özellikle dağınık olmalı. Onun için ne yapacağımı iyi bilmeliyim başından."

Oğuz ATAY 
Günlük- 27 Nisan
syf: 10-11-12 (5. baskı İletişim)










Kelime ve Yalnızlık

"önce kelime vardı diye başlıyor yohanna'ya göre incil. kelimeden önce de yalnızlık vardı. ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti. yalnızlık.. kelimenin bittiği yerde başladı,kelime söylenemeden önce başladı. kelimeler yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık kelimeyle birlikte yaşadı insanların içinde. kelimeler yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. yalnız kelimeler acıyı dindirdi ve kelimeler insanın aklına geldikçe, yalnızlık büyüdü daynılmaz oldu." O.ATAY

------------------------------------

 Sana

Seni seviyorum.Aklından geçenleri hala tam anlamıyla çözememiş olmaktan dolayı mutsuz değilim.Sen burada olsaydın,nasıl olup da bu kadar saf olduğuma inanamadığını söylerdin biliyorum.Herkesi kandırdığım gibi seni de kandırdım anlamadın mı hala derdin.Oysa ben seni seviyorum demiştim yazıya başlarken.Diğerlerine söylerkenki gibi değil;içtenlikli olan sevginin karşılıksızlığı ilkesine sonuna kadar bağlı olarak...seni, yalnız sana özel bir sevgiyle sevdiğimi biliyordun aslında.Gidip,beni burada,bu kalabalıkta ,beni anlamak istemeyenlerle,bana sıfatlar beğenenlerle,küçümseyenlerle,ayrıntılarla ve yorgunlukla başbaşa bırakmış olsan bile, seviyorum.Sen,birçok yazıda geçen betimlemelerimin,yalnız sana ait olduklarını biliyorsun elbet.Asıl akşamüstü yağmuru gibi,sabah ezanı gibi,tek ağaçlı geniş düzlükler gibi,kısa ve geniş gövdeli ve dalları enine geniş ağaçlar gibi,yağmurdan sırılsıklam olan çocuk gibi sevdiğim,sensin.Başka hiçbir şeyi ya da hiçbir kimseyi senin gibi sevmediğimi de biliyorsun.Gülümseyen yüzünün,somurtkan halinin ve ağlayan halinin dünyayı yerinden kıpırdatacak kudretinin farkındayım.Yaşamı algılayış biçiminin eşsizliğinin de...Bazı fikirlerimiz bakımından ters düştüğümüz gibi insani bir nitelik de katmak isterim sana,fakat olmuyor.Konuşmalarımızı derinlemesine tahlil ediyorum,bulamıyorum.Neyi atlamış olabilirim diyorum,bulamıyorum.Arıyorum seni,bulamıyorum.
Nereye kayboldun bilmiyorum.Neden kaybolduğunu biliyorum.Gitmene sebep şeyleri parçalamak istiyorum içimden.Senin hala onları sevdiğin gibi sevmiyorum.Dünyanın en güçlü insanı olup tüm bu şeyleri parçalamak istiyorum.
Gittiğinden beri ben çok değiştim.Artık eskisi kadar okumuyorum.Düşünmeye engel olamasam da,niteliksiz şeyler üzerine düşünüp yorgun düşmeyi tercih ediyorum.İnsanları senin gözünle görmek istiyorum.Hastalıklı bazı yanlarımı kapatmaya özen gösteriyorum.Seni kimseye anlatmıyorum artık.Senin hakkında konuşma cesareti gösterenleri şaşırarak izliyorum.Ben de bir devrim yapmak istiyorum.Giyotinle kafalar uçurmak istiyorum böyle anlarda.Bu manzarayı bir düşün istersen.Üst üste yığılmış yüzlerce kafatası,her yer kan gölü...
Hayatıma girdiğinden beri değişen herşey için isimler buluyorum.Bazı ortak sızılarımız için sen ne derdin bilmiyorum ama ben bir sigara daha yakıyorum.Senin için de...
Mevsim yazdı.Sokakta yürürken gördüm seni.Yere oturmuştun.Sen biraz sıkılgandın hep sanıyorum.Yüzüme direk bakmazdın,o gün de bakmadın.Tüm fotoğraflarında hala öyle kalmışsın bende.Sana öylesine direk bakmamdan rahatsız olmuştun.Tıpkı senin gibi ben de insanlarda olumlu izlenim bırakmak konusunda başarılı sayılmam,alışıktım.Seni kucakladığım anda bırakamayacağımı anlamıştım.Fakat korkun yersizdi..sonra çok geç anladın bunu..ama yine de bırakıp gittin beni...
Ardından bazıları asılsız yalanlar uydurdu.Ben tüm bunları senin ağzına almayacağın küfürlerle püskürttüm.Şimdi yalnız senin bende kalan yazıların,anıların,fotoğrafların var...oysa bana sen lazımsın.Sana bunları bir şekilde daha açık ifade etmek isterdim ama biliyorsun ki bu mümkün değil.
Hayatımın geri kalan kısmında isteyebileceğin her türlü fedakarlığı yapmaya hazır bir şekilde seni bekliyor olacağımı bilmelisin.Yalnız seninle ortak birşeyler yapabilmek için seni beklediğimi....sen ne istersen onunla ilgili...Herhangi bir kuralım olmadan...
Kendimi senin kadar iyi ifade edemediğimin farkındayım ve bir parça mutluyum da bundan.Ama belki,benim sana beslediğim türden bir sevgiyi ,sen içinde barındırsaydın... belki bunu sen bile ifade edemeyebilirdin.Bu cümlem için özür dilerim.Silmek yasak kuralımıza uymaya devam ediyorum görüyorsun.Başka şeyleri de biliyor ve görüyorsun.Zaten seni bu nedenle seviyorum.Görüşebilmek umuduyla.

-------------------------------------

Olağan olaylar, olağan gelişmeler
 

Hayal edebileceğinden şüphem yok ama yine de söylemeliyim ki, olmadı. Bu adımı da geçemedim. Aslında tanıdığım kadarıyla, aynı durumun içinde olsan, sen de daha fazlasını yapmazdın ya da yapamazdın. Geçmiş zaman şimdi unuttum, bir internet sitesinde, "Tekrar hayata gelseniz, nasıl yaşamak ya da ne olmak isterdiniz?" gibi bir soruya denk gelmiştim. Hatırlarsın sen de...Hangi ekol ya da kimin görüşü hatırlayamıyorum fakat, aklıma en çok yatan fikir, hiçbir şey değişmez diyendi... Zannediyorum değişmezdi. Aynı saçma kararları aynı kararlılıkla ve kendinden şüphe etmeksizin uygulardık. Tabi ben sadece zannedebilirim, sen bilirsin. Hatta benim ne yapacağımı ya da yapmam gerektiğini de sen bilirsin. Bu bakımdan, fikirlerimi sadece yazım diline uyum sağlaması açısından bu biçimde dile getiriyorum, aksine bir amaç gütmediğimi bilmelisin. Her neyse, demek istediğim, biz değişimi yaşamak isteseydik de hayat izin vermezdi hatta biz de sıkılırdık bir süre sonra. En iyisi ilkiydi bile diyebiliriz. Aslında sıkıcı ya da mahkum olmaktan daha güzeli, aptal ve basit olmak diye düşünüyorum ara ara, haddim olmayarak ve senden bağımsız bir fikir ileri sürmek gafletinde bulunarak. Sitedeki soruya "Yeniden hayata gelsem, maradona olmak isterdim" diyen adam gibi olmak isterdim diyerek devam da ederim. Şimdi nerede okuduğumu unuttum, -Aslında sayfa sayfa nerede ve net biçimde kimin kaleminden çıktığından emin olsam da, diyerek cümleye belirsizlik katmak istiyorum- biri(kim acaba?), " Hayat düşünceleri tutan bir hapishanedir. İnsan can sıkıcı bir saç demetidir. Ben de akılsız bir robotum" demiş ya onunla kesinlikle aynı fikirde olmak istiyorum.Hep birileriyle aynı fikirde olup, huzurlu ve boş yaşamak, onların kurduğu basit ve iş görür gerçeklerle hayatı kandırmak istiyorum. İnsanları kandırmak ve düşünenvefikirüretentipler grubu içinde yerimi biletsiz almak istiyorum. Bu küçük hesaplarla, küçük bazı hedeferi başarmak istiyorum. Konuşmadan anlaşılmak, istemeden almak istiyorum. Anlaşılmak istemiyorum yalnız. Anlaşılırsam bu benim sonum olacak diye korkuyorum.
Şimdi sen beni -zaman bolluğundan- böyle anlayışla ve müdahale etmeden dinliyorsun ya, başkaları dinlemiyor. Sen bu dünyanın insanı olmadığın için, fikirlerini bitirse de ben başlasam sorununu yaşamadığından da olabilir. Biz bunlarla debeleniyoruz burada, bizi bıraktığın çamurda. Başkaları senin gibi dinlemediği ve müdahale ettikleri için ve yanlışlarımı suratıma çarptıkları için ve acımadıkları ve mantıksızlığa tahammül etmedikleri için ve ben de bu düzene ayak uydurmak istemediğim için ve bencil olmak istediğim için sıkıntılar çekiyorum. Doğum sancısına benzer acılar. (Kadınlar ve doğum sancıları hakkında yeni bir paragraf açmak işime gelmediği için bahsi burada noktalayıp, başka bir berbat örnekle bir önceki berbat örneği telafi etmek de istemiyorum.) Yeni adım bununla ilgiliydi işte. Bir adım daha atabilmem için durup dinlemesi ve saçmalamalarımı görmezden gelmesi gerekiyordu, gelmedi. Adımım ve edimim yarım kaldı. Geri bastım...
Evime geldim yeniden. (Gidecek daha güvenli bir yer yoktu) Uzun aramalar sonucu bazı kitap kaplıkları buldum. Saydam, naylon gibi şeyler. Biraz bant, makas, maket bıçağı, bıçak, bir miktar ıslak mendil ekledim listeye. Yarım paket sigara...Önemli bazı hatıraların üzerinde biriken izleri bıçak yardımıyla kazıdım (inanılmazdı). Pisliği mendille sildim. Tümünü, saydam kaplıkla kapladım. Nefes alamayacak şekilde hem de....Artık yeni olacaklar onlarda yeni izler bırakmasın diye bir önlem aldım. Hayata önlem aldım bir bakıma. Hatıralar, bazı bitmiş ve değerini ispatlamış şeyler üzerinde sevimsiz durabiliyorlar.Onların zorlukla oluşturdukları bütüne zarar vermek amacı güdüyorlar. Kalan kaplık, bazı kişileri ve kendimi de bıçakla kazıyıp içine koyabileceğim kadar büyük olabilseydi diye düşündüm sonra da...Ama değil - ileride başarabilirsem...- Hiçbir kaplık o kadar büyük değil -ki kimsenin de içine girmek isteyeceğini sanmıyorum senden başka. Artık dokunamayacaklar sana. Bana itiraz etmediğin ve aptal hayatıma müdahale etmeden seni sevmeme izin verdiğin için ne kadar teşekkür etsem az sana..Aralık ayında görüşmek üzere..gelmeden önce istediğin birşeyler olursa, bana ne zaman ulaşabileceğini çok iyi biliyorsun. Ellerinden öperim.

-------------------------------------

Diyeceklerim var.


Sen de benim gibi memnuniyetsizsin. Daha doğrusu ben de senin gibi...Şimdi anlıyorum dersem kızar mısın bana, kızma. Algım açık, ruhum seninleydi ama olmuyordu işte. Sen hep benimleydin. Hep, odamın bir yerlerinde oturdun öylece. Her gittiğim evin her odasında, her yeni bir deneme yaptığım odada, her yeni bir yenilgi yaşadığım odada, oradaydın. Benim dışımda kimsenin bilmediği bu gerçeği açığa çıkarmak istiyorum derkenki yüz ifadeni unutamıyorum... Ben seni her yerde yanımda görmek istiyorum. Senden bahsederken bile sen orda ol istiyorum ama olmayacak anlıyorum.
Kış günleriydi. Uzun saçlarımı bir numara kestirerek, tüm yığılmış fikirlerimi, saçlarımla beraber berberin fayansına bırakabileceğimi düşünecek kadar aptaldım. Önce saçlarımı çok kısa kestiğim için olduğunu düşündüğüm üşüme durumunun aptallığımdan kaynaklandığını anlamam için, bir yenilgi daha yaşamam gerektiğini geç fark ettim. Esaslı bir yenilgi. Sen buna, kendini beğenmiş bir hüzün de diyebilirsin. Hüzünlüydüm çünkü, bazı şeyleri yapabileceğimden eminken, kendimi en güçlü hissettiğim anda yenilmiştim. En acı yenilgi budur diyebilir miyiz? Seni duyamıyorum.
Evet tahmin ettiğin türde bir fikirden -daha doğrusu yargıdan- kaynaklanan bir kendini beğenmişlik içindeydim. İnsanın karmaşık denen ama aslında çarpım tablosundan bile daha basit kimyasının, bir elementle nasıl darmadağın olduğunu anlamam için oniki dakikalık ve iki perdelik bir oyun yeterli olmuştu. İtiraf etmek gerekirse -demek hala birşeyler saklayabileceğimi düşünebiliyorum-demek aptallık ebedi-) daha zorlu ve daha terletici olacağını düşünmüştüm. Onların bu basit oyunu bile anlayamamalarını bırakalım, benim oyunun sonucundan elde ettiğim -zafer gibi duran- basitliğimi kabullenmem 6 yılımı aldı. Şimdi bir yaz ayındayız ve kesinlikle o coğrafyanın yakınında bile değiliz. Saçlarım daha uzun, hava sıcak, üşümüyor, odamda sessizliğinle oturuyoruz. Bir zamanlar başka türlü bir hayata tanık etmiş bu tek odalı, zifir karanlık odada..Şüphesiz daha değerli bir hayata tanıklık eden...
Şimdi memnuniyetsizim. Herşey, garip bir biçimde birbirine bağlı ve benim herhangi birşeyden memnuniyetsiz olmamın diğer şeylere etkisi sonsuz. Senin sessizliğin, seninle ilgili yargılara varmamı güçleştirdiği için bugun geç fark ettiğim bu hazin durumdan dolayı senden özür diliyorum. Tıpkı, anne babası tarafından yalnış yetiştirildiğini hiç düşünmeyen birinin, kendi çocuğunu yalnış yetiştirdiğini yetmişinde birden fark etmesi ya da kabullenmesi gibi.
Birşey olur birden, kabullenirsin işte anlıyorsun. Bir durum değişir, bir söz yarım kalır, biri seni anlar-anlamaz, seneler sonra, hiç yapmam dediğin bir durumun içinde yakalarsın kendini, biri elini onun gibi sıkar, biri seninle birlikte bir yerdeki zaman kırılmasını aynı anda hisseder, etmez, edemez...lafı neden uzatıyorum ki? Memnuniyetsizsin ve bu durumu tersine çevirmek mümkün olmayacak. Ama ben yine senden yana olacağım, en azından buna hakkım var zannediyorum
Görüşmek dileğiyle

--------------------------------------------

"...ve biliyorsun ki doktor, ben bütün hikayelerin başka türlü olmasını isterim aslında"

"Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? Bütün hayatım boyunca bu cam kırıklarını beyin zarımın üzerinde taşımak ve onları oynatmadan son derece hesaplı düşünmek zorundayım. Bir filmde görmüştüm doktor, senin gibi gene bir doktor olan ve sözüm meclisten dışarı, delice planlar yapan Frankeştayn adlı biri, büyük bir bilim adamını öldürerek, beynini çalıyordu. Ona karşı koymak isteyen iyi niyetli bir genç adam da Frankeştayn ile mücadele ederken, içinde beynin bulunduğu kavanoz kırılıyor ve cam kırıkları bu üstün beyne batıyordu. Biliyorsun filmlerde böyle iyi niyetli genç adamlar olmasa her şeyin sonu çok kötü biter, üstelik bu işin sonu, iyi niyetli adama rağmen çok kötü bitti.
Cam kırıkları hiç bir zaman beynin üzerinden tam manasıyla temizlenemedi. Çünkü, beyin zarının zedelenmesinden korkuldu. Bence bu tehlike göze alınmalıydı, fakat o zaman bu, başka bir hikaye olurdu ve biliyorsun ki doktor, ben bütün hikayelerin başka türlü olmasını isterim aslında. İşte doktor, yukarıdaki sözü geçen beyindir kafamın içindeki    

                                                                                                                                O. ATAY

--------------------------------------------

 (Pakize Kutlu, Oğuz Atay ile Konuşma, Yeni Ortam, 30.09.1972)


1970 TRT Roman ödülünü kazanan ilk romanınız Tutunamayanlar’a karşı, eleştirmenlerimiz genellikle yaklaşmaktan kaçınır bir tavır takındılar. Romanınızı ödüllendiren TRT seçici kurul üyesi edebiyatçılarımız da bu suskunluğa katılır göründüler. Tavrı bütün olarak nasıl yorumluyorsunuz?

Eleştirmenlerimizin, daha doğrusu uzun süredir yazmayanların dışında olanların kafasında belirlenmiş, sınırları çizilmiş bir roman tanımı var sanıyorum. Bu yüzden bir kitabı, bu ölçülere uyup uymamasına göre değerlendiriyorlar. Belki de benim yazdığım bir bakıma karmaşık ve alışılmadık sayfalar için henüz bir kalıp bulamadılar.

Oğuz Atay romanının yapı,içerik ve anlatım çeşitliliği bakımından anlaşılandan farklılığı hemen dikkati çekiyor. Anlatım özelliğindeki değişiklikler, sıçramalar ve hız, okurun romana girmesini bir ölçüde güçleştirmiyor mu? Bu, okurla aranızda kurmak istediğiniz bağ bakımından düşündürücü değil mi?

Ülkemizde okur sayısı oldukça düşük. Büyük kalabalıklarla bağ kurduğu sanılan romanların bile aydınların dışında bir okuyucu kitlesi bulduğunu sanmıyorum. Üstelik aydınlar bir de kendileri hakkında yazılanları okumak zorunda. Bu bakımdan benim gibi yeni yazmaya başlayan birini arayıp bulmak ve alıp okumak zahmetinin üstesinden gelmiş okuyucuların, ilk bakışta yorucu görünen sayfalar arasında güçlük çekmeyeceğine güveniyorum. Okur yazarı az olan ülkemizde bile, okuyucular böyle bir kitap yayımlandığını haber alırlarsa, birçok yazarımızın aklından bile geçiremeyecekleri bir yetenekle daha neler neler okuyabileceklerine inanıyorum. Okuyucuyu yeteneksiz sayarak, yazmak istediklerini sadeleştirme çabasına girişenlerin de neden oturup yazdıklarını anlamıyorum.

“Tutunamayanlar” ile ne yapmak, neyi vermek istediniz?

“Tutunamayanlar” ile çok basit bir iş yapmak istedim: İnsanı anlatmayı düşündüm. Kapalı dünyalar içinde yaşayan yazarların bile bu cümleye hemen isyan edeceğini; peki herkes ne yapıyor? diye öfkeleneceğini bildiğim halde bu basit gerçeği söylemekten kendimi alamıyorum. Ben, kahramanlarının iplerini istediği gibi oynatarak insanlardan kuklalar yaratan büyük romancıların yeteneklerinden yoksunum. Roman kahramanlarına uygulayacak büyük nazariyelerim, onları peşinden koşturacağım büyük ülkülerim yok. Ya da insanlara, özellikle tutunamayanlara saygım büyük olduğu için, acıyorum onlara; böyle büyük meselelerin makale, inceleme, deneme gibi yazı türlerinin konusu olduğunu sanıyorum.

Tutunamayanlar’dan Selim Işık kimdir?


Selim Işık, birçok tutunamayanın bileşkesidir. İntihar eden bir arkadaşım Ural var; ama bütünüyle Selim Işık o kadar değil. Belki ben varım. (Bu cümleyi yazmayın) Adlarını saymanın sakıncalı olduğu birçok arkadaşım var. Herkesin “tutunan” olmak istediği bir ülkede tutunamayanlığı seçen Selim Işık’la yakınlığı olmak birçok kimseye dokunur diye onların adlarını saymak istemiyorum. Selim öldü; Selimlik de ölmüştür. Başarının insanı sevimsizleştirdiğini yazmıştım bir yerde; fakat tutunamayanlığın sevimliliğine de kimsenin yanaşamadığını görüyorum. Neden yanaşsınlar? Bir arkadaşımın dediğine göre ben romanda herkesi bir bakıma tutunamayanlığa çağırıyormuşum. Henüz bir karşılık alamadım.

Ya Turgut Özben?

Turgut Özben’in durumu farklı bir bakıma. Turgut, bütün çabasına rağmen tutunamıyor. Bu açıdan Selim kadar akıllı değil. Belki de Turgut, bir kişinin, bir tutunamayanlar prensinin ortaya çıkarak hepsi adına sonuna kadar dayanmasını istediği için kata, arabaya ve küçük burjuva nimetlerine boş verip tutunamamayı seçiyor. Selim’le birlikte Selim öldükten sonra yola çıkıyor. Son olarak bir trende görmüşler onu. Belki yolculuğu bitmemiştir daha.

Bir de hikayeniz yayımlandı. (Yeni Dergi, Eylül 1972 sayısında) Roman ve hikaye bağıntısı üstüne düşündükleriniz? Bugün hala ayrı türler olarak tanımlanabilir mi?

Bugünlerde hikaye yazıyorum. Kısa yazmaktan başka bir meselem yok; çünkü 60 sayfalık bir hikaye yazdım, bastırması güç oluyor dergilerde. Romanda şiir, oyun, makale (hepsi uydurma elbette) gibi birçok türden yararlanmıştım. Romanın bu bakımdan hikayeden farklı imkanları var herhalde. İkinci romanım “Tehlikeli Oyunlar” da özellikle oyun parçaları var. Bunun dışında bu iki tür arasında farklar varsa onu eleştirmenler daha iyi bilirler.

Yazarlarınızı açıklar mısınız? Neden sevdiğinizi gerekçeleriyle.

Sevdiğim yazarların başında Kafka ve Dostoyevski’yi sayarsam “Tutunamayanlar”ı okuyanlar için şaşırtıcı olmaz herhalde. İnsanı, bu arada Selim Işık’ı yalnız bırakanların dünyasında böyle yazarlara da tutunamazsak sonumuz ne olur? Gonçarov’un “Oblomov”u bir zamanlar hepimizi çok sarsmıştı. Stendhal, Laclos, George Eliot, Henry James, Melville, Nabokov gibi ustalardan da etkilendiğimi sanıyorum. İnsan roman yazmak isteğine, bir yazarın dediği gibi, başka romanlara heyecan duyarak kapılıyor. “Hayatı roman” olanların yazdığı pek görülmüyor.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

cansızların serbest salınımı

        Bu yaşamda her şey olur. Hiçbir şey sürpriz değildir ve her an beklenmelidir. İnsan bir gün doğumu ya da huzurlu bir uykuyla her...