Geri zekalı Muhittin'in Sıkıntı Günlüğü

bİRİNCİ GÜN

Gece 03 gibi uyandım.saat 23:00,03:00,03:30,02:00,00:30 da olabilir ama sonuçta aynı 03 gibiydi. Benzerlik inanılmazdı. Daha önce böyle benzeyen saatler görmemiştim. Kalktım. Koltuğun üstüne bir minder koyup, düşme tehlikesi yaşayarak duvar saatime sarıldım. Öptüm onu. Canım çok sıkılıyor.

iKİNCİ GÜN

Akşam yemeğinden sonra evdeki çalışanlara beni rahatsız etmemelerini tembihleyip odama çıktım. Nivorliıns günlerimi düşündüm. Bluus gecelerini. Mödi vatırs'ın kafasında yamulttuğum teflon tavalı günü düşündüm. İnanılmaz bir kavgaydı. Aklımda anılar, yüzümde bir gülümsemeyle sallanan koltuğumdan şehri izliyordum. Kapı sertçe açıldı. Annem ve babam odaya girdi. Babaannene hizmetçi muamelesi yapmak neymiş görürsün sen dümbük diyerek asrın dayağını attılar bana. Duvardaki badi gay posterini ortasından delip kafama geçirdi babam. Al sana bluuz dedi. Bluuz değil bluus diyerek düzeltmek pek mantıklı gelmedi o an için bana. Evimde sahte de olsa farklı bir hayat yaşama oyunum böylece noktalandı. Sıkıntım geçmiyor, kolum da ağrıyor biraz sanki.

üÇÜNCÜ GÜN

Sabah uyandığımda önce kafamdaki posteri çıkardım. Neşem iyi gibiydi. Dün gecenin olumsuz hatıralarını bir nebze azaltsın umudu ile odamı topladım biraz. Bütün elektirik parasını verip dün aldığım röpdoşambırımı giyinip pazar kahvaltısına indim. Annem ve babam televizyonda kovboy filmi izliyordu. Küçük kardeşim beni görüp kahkahalar atmaya başlayınca annem babam bana baktı. Babam Allahım sen bana sabır ver,bu çocuk gerçekten geri zekalı galiba diyerek elindeki kumandayı yere atıp tekmelemeye başladı. Bu pazar da biraz gergin geçecek galiba diyerek odama kaçtım. Kapıyı kilitledim. Karnım da aç. Kitap yesem sıkıntım geçer mi acaba?

dÖRDÜNCÜ GÜN


Akşam nasılsa sinirleri geçmiştir diyerek üzerimi değiştirip odamdan çıktım. Annem ağlıyor, babam başında ıslak bir bezle uyuyordu. Kardeşim olacak salak sırıtıyordu. Annem gel diye işaret etti. Babam sabah sinir krizi geçirmiş. Bana daha aklı başında davranmam için bazı telkinlerde bulundu. Bence kibar bir yaklaşım sergiledi (telkini kelime kelime buraya yazmaya gerek yok benceBen biraz bisikletimle dolaşmaya çıksam mı? dedim. Çık oğlum çık çık dedi. O sırada babam uyandı. ÇIK LAN! dedi. Ailemi seviyorum galiba. Çocuklarının fiziksel ve ruhsal gelişimini artırrmak için harcayacağı çabalara destek veren bir ailem var dedim içimden. Kapıyı kapatacakken ışıklar söndü. Acaba düğmeye mi dokundum falan diye bakarken tüm ışıkların söndüğünü farkettim. Annem elektirikler mi kesildi acaba dedi. Baktım yan dairenin ışığı yanıyordu. Röpdoşambırı düşündüm, kapıyı kapadım. Merdivenleri uçarak indim. Pisikletime atladım ve tam sokağa çıkacakken yanıma yukardan babamın fırlattığı bişey düştü. Muhittin dönme eve dedi. Yere baktım kumanda. Lazerli silah gibi dedim içimden. Hız yapalım dedim biraz hız! Eeevveeet!


------------------------------




bEŞİNCİ GÜN

Bisikletin dişlilerini her 200 km de bir yağlamak gerek diye bildiğimden mahallenin yaşlı bisikletçisinde gerekli işlemleri yaptırdım. Bir de fren teli lazım dedim. Dede saatte 0.002 km hızla dükkanın içine doğru yönelince, açıkta kalan yağla biraz da kendi dişlerimi yağladım. Güzel oldu. Ben bi deneyeyim şunu diye bağırıp verdim pedala pedala...kaçtım. Gece oldu. Sakin yolda frene basıp havayı derin derin içime çekmeye niyetliydim ki tel koptu. Zar zor durabildim, ama mahallenin tek bisikletçisine kazık attığım için bisikletimi kullanamayacaktım. Olsun dedim içimden bu bir kayıp değil. Kaybettiğin her maddi varlık seni özgürleştirecek dedim. Gaza geldim. KAYIP DEĞİİİİL,KAYIP DEĞİİİİL diye bağırdım. Tekrar bağıracaktım ki enseme yediğim dehşet şaplakla yere devrildim. Yolda bir saattir kornaya basıp yolu açmamı isteyen adamdı bu. Çok sinirlenmişti. Başka bir şey yapmadan arabasına bindi. Apar topar yol kenarına çektim bisikletimi. Yanımdan geçerken sülaleme ilişkin bazı fikirler beyan etti. Arkasından annesiyle ilgili, geleceğe yönelik bazı şeyler vaat ettim. Az ilerde stop lambalarının ışığını görünce bisikletimi öpüp son sürat koşmaya başladım. Spor yapmak maksatlı tabii... Depar atarken Kaçak filmini ve Herisın fordu falan düşündüm.

aLTINCI GÜN


Sabah işe giden babamla evimizin bahçesinde karşılaştık. Seni dövmeyeceğim lan, annene dua et dediAma o elektirik parasını kazanacaksın, çalışacaksın dedi. İnşaat sektörüyle ilgili fikirlerim var zaten buba dedim. Sinire kesti. Kocaman elini kaldırdı, ama vurmadı. Dayak yemeyecek ve inşaat sektöründe kariyer yapacaktım. Bir geri zekalı hayattan başka ne isterdi...Erkenden uyudum...

yEDİNCİ GÜN

Tüm gün kardeşimin legolarıyla oynadım. Annem ne yapıyorsun sen öyle?dedi. İnşaat sektörünü yakından tanımaya çalışıyorum dedim. Annem ağlamaya başladı. Bu kadının kafası bir şeye bozuk ama ne dedim içimden.
Akşam ailecek Türk televizyonlarının ilk erotik dizisini izledik. Esas adam esas kadına -karısına-tecavüz etmeye çalıştığı için olay çıktı. Kadın bir önceki günden yorgun olamaz mı yani,değil mi babacığım? dedim taktir bekleyen gözlerle. Babam kalkar gibi oldu koltuktan. Sanırım bu aklı başında yorumumu beğendi ve bana sarılacaktı ama anlamadığım biçimde annem engel oldu. Sanırım annem ve babam ebeveyn-çocuk ilişkisindeki düzey konusunda anlaşamıyorlardı. İzlemeye devam ettik diziyi... Kadın, kocası kendine fiziksel tecavüz uygulamaya kalkınca gaçtı sarının yanına. Sarının hikayesi de anladığım kadarıyla kör tuttuğunu şeklindeydi. Sarı kahvaltı falan hazırladı. Kadın çok ağladı ama... bi de çocuk var filmde..Sanki daha önce de görmüştüm bu çocuğu.. Dejavu oldu dedim. Hiçbir şey söylemediler. Off, televizyon gerçekten bir uyuşturucu galiba... Bacağım da uyuştu bak şimdiden....cümle içinde kullanıyorum:Bu gün ben bir dejavu gördüm.dedim. Babam oğlum allahın adını verdim kalk uyu dedi. Ailemi kırmak istemiyorum. Ok peder dedim ve merdivenlere yöneldim. Arkamdan bana sarılmak için koşan babamı annem yine frenledi. Beni paylaşamıyorlar zaar dedim içimden. Mutluyum.

-------------------------------------



14.GÜN

Sabah gözlerimi,inanılmaz yoğun bir kokunun etkisiyle araladım. Tüm gece rüyamda, bir blues festivalinde, sabaha kadar içmiştim. Ağırlıklı olarak bira. Uykuya olan düşkünlüğüm nedeniyle tuvalete gitmeye üşenmiş ve yatağımı modern bir su yatağı haline getirmiştim nihayet. Aslında kokusu hariç fena da olmamıştı. Anne ve babamın sesleri aşağıda geldiği için çarşaflar ve kıyafetlerim için bir temizlik stratejisi akıl edecek zamanım yoktu. Ani bir kararla çırılçıplak soyunup, tüm kıyafetlerim ve çarşafları penceremin altındaki çöpe attım. Pencereyi kapatmamla annemin oda kapımı açması bir olmuştu. Allah cezanı versin çocuk diyerek, merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Şimdi merdivenlerde, kısmen daha ağır kütleli bir canlının adım sesleri duyuluyordu. Bu babamdı. Alt kattan, psikopat kardeşimin garip sevinç çığlıkları duyuluyordu. Vahşeti hissetmiş bir maymun gibi sevinç çığlıkları atıp, kanepeden kanepeye atladığını görür gibi oluyordum. Resmen vahşi ormanda birazdan kafası gövdesinden ayrılacak bir sincap kadar çaresizdim... Derin bir nefes alıp, gözlerimi kapadım. Karın kaslarımı sıktım. Kaçınılmaz olan yaklaşıyor dedim içimden.

15.GÜN

Babamin benimle işi bittiğinde, doktorun tüm çabalarıyla 6 ayda verdirttiği 7 kilonun iki katını kalori olarak harcadığına emindim. O Beni döverken, kardeşim olacak orangutan bir saniye susmamış,bir tören havasında olan bitene eşlik etmişti. Annem ağlamaktan gözleri şişmiş halde mutfaktaydı. Şu an akşam yemeğindeydik. Ben bir süre katı yiyecek yiyemeyecektim anlaşılan. Sabahki olay her ne kadar talihsizlik içerse de, can sıkıntıma bir nebze olsun iyi gelmişti diyebilirim. Hareket iyidir, kan akışını hızlandırır ve kalp damar, beyin rahatsızlıklarının giderilmesi açısından sağlıklı olabilir diye düşünerek mesut biçimde gülümsedim. Bak hala gülüyo ya dedi babam. Ona gülmüyorum baba dedim. Neye gülüyon lan arsız manyak? dedi. İroniye gülüyorum baba dedim. Beni dövmen ile sıkıntı;sıkıntı ile sağlık iniltisi üzerine beyin jimlastği yapıyorum dedim. Sonrasını hatırlamıyorum. Tek aklımda kalan, mutfağın seramik zeminini çizen sandalyenin diş gıcırdatan sesiydi. Babam çok hızlıydı. Sabahki orman betimlememden yola çıkarsak, babam çita olabilirdi. Sandalyenin sesi ve beynimdeki sızı arasında, saniyenin onda biri gibi bir süre geçmemişti sanıyorum.

16.GÜN

Sağ kulağımda hafif bir işitme kaybını takiben bir sızı var. Şu an oturma odasındayız. Ertesi gün. Meyve soyup bize veren anneme, sonsuz bir itaat söz konusu. Tüm meyveleri yiyoruz. Sağ kulağımdaki duyma kaybını ölçmek için ara ara başımı çevirip sağ kulağımla tv'ye kulak veriyorum. Neredeyse duymuyorum. E ne yapalım diye düşünüyorum,bundan kelli iyice sola kulak verecez artık diyorum. Bir dayak daha yersem kominist olacam sanırım diye düşünüp istemsizce gülüyorum. Babam bana bakıyor....sonrasını anlatmama gerek yok sanırım. Bir süre yazamayacağım. Sağ el parmaklarımda sorun var. Ama kan akışı hızlı en azından...

 ------------------------------------------------

 
18.GÜN:
19:00.

Yatağımdan kalkamıyorum. Her yerim ağrıyor. Ama kendime edindiğim yeni uğraş oldukça heyecan verici. Bu nedenle 48 saattir sıkılmıyor ve dayak yemiyorum. Eski 52 saatlik rekorumu kırmam için dirençli olmam gerekiyor. Dökülen simit susamlarını yemek için eğildiğim masanın altında tozlu bir kitap buldum. Adı Türk Eğlence Hayatında Gazino Ve Taverna Kültürü...Okudukça, kültürümüzden nasıl olmuş da bu kadar kopmuşuz, şaşıyorum. Fransız bir yazarın eseri olan bu kitabı, orjinalinden okumaya çalışıyorum. Pek bir şey anlamasam da zararı yok. Netice itibariyle anlamak, algımızın derinliği ile alakalı bir durumdur. Evet. Ara verdiğim zamanlarda, kişisel rekorumu geliştirmeme yardımcı olması açısından uzak doğu felsefesinin temelleriyle harmanlaştırdığım dinginleşme tekniklerimi uyguluyorum. Metabolizmadaki kan akışını denetleyebiliyorum böylece...

19.GÜN:
07:00

Uyuyakalmışım. Sanırım dinginleşme tekniklerinde çığır açtım. Aşırı dinginleşme...Sabah egzersizlerimi yaptım. Kitabımın son 12 sayfasını, hafif bir müzik eşliğinde okudum. Ruhumum derinliklerindeki sızıntıları tamir etmeme yardımcı oldu bu kitap. Planımı günlerdir kafamda biçimlendiriyordum zaten. Kahvaltıya inmeden önce, yatağımın altındaki müzik setine ait kolonlarımı çıkarıp temizledim ve yerleştirdim. Yanıp sönen ışıklı kablolarımı odanın dört bir yanına astım. Bordo çarşafımı makasla 2 ye ayırıp pencereleri bununla kapadım. Ampülü de değiştirip odamı tam bir gazinoya çevirmiştim nihayet. Kimse görmeden önce kahvaltıya indim. Yeni rekorumu şimdiden 61 saate çıkmıştı. Rekorumu daha da geliştirmek için tek yapmam gerekenin sessiz kalmak olduğunu kavramıştım. Kahvaltıda hiç sesimi çıkarmadım. Babam dışarı çıktığında ise planımın 2. evresine geçmeye hazırdım. Yakın 4 arkadaşıma mesaj yazarak, akşam için sözleştim. Odamı toplayacağımı ve rahatsız edilmek istemediğimi anneme belirtip merdivenlere yöneldim. Annem masayı toplamayla meşgulken, Hızlıca vitrinden, babamın yılbaşı için sakladığı Votkayı alıp odama kaçtım.

18:00

Annem ve kardeşim olacak maymun pazara gittiler.Okan,Servet,Aysel ve Fatih, tam söz verdikleri zamanda geldiler. Bu konuda çok hassasım. Sağ olsunlar incelik gösterip gelmişler. Her şey hazır sayılırdı. Gazino kültürünün vazgeçilmez unsuru olan Çengi olayını ise Aysel'e teklif ettim. 5 arkadaş aynı entelektüel birikime ve zeka yapısına sahip olduğumuz için Aysel sorun çıkarmadı. Annemin bayramlıkları Aysel'e biraz büyük gelmişti ama sorun etmedik. Neticede bu bir kültürel aktiviteydi ve bazı eksikliklere rağmen uygulamaya çalışmak ayrı bir emek istiyordu.

Ev ahalisinin gelmesine ortalama 2 saat olduğu için elimizi çabuk tutmalıydık. Bardaklara Votkaları doldurup tüm erkekler masamıza oturduk. Işıkları söndürüp ellerimizi çırptığımızda, yükselen müzik eşliğinde Aysel, Yatağımın cibinliğini açarak sahneye (yatağıma) çıktı. Maşallahı var , iyi kıvırıyordu. Ben 2. kadehleri doldururken bir taraftan da Servet'i Fatih'in kucağından indirmeye çalışıyordum. Tavernada böyle şeyler olağandır nede olsa...Biraz başımın döndüğünü hissediyorum...

22:00

Gözlerimi, oturma odasındaki kanepede açtığımda başımda bir sargı bezi vardı ve sağ kaşımın üstü feci biçimde ağrıyordu. Annem yanımdaki koltukta endişeli biçimde oturuyor; Babam masada sigara içiyordu. Anneme fısıldayarak, Saat kaç dedim. Uyandın mı dedi sessizce..Ama bu bir yanıt değil dikkatinizi çekerim anneciğim dedim. Ne diyorsun oğlum dedi. Saat kaç saat dedim. Sesinin tonunu biraz arttırarak Saati ne yapacaksın geri zekalı oğlum deyince, babam avına kilitlenmiş bir kaplan gibi sertçe başını bize çevirdi.İçgüdüsel olarak gözlerimi kapadım. Uyandı mı lan o? Uyandıysa iyice bir daha döveyim pezevengi dedi. Hayır sayıklıyor dedi annem. Babam .mını .rzını diye küfürler ederek dışarı çıktı ve kapı -sanırım rüzgardan- çarptı. Annem bana dönüp, Oğlum sen salak mısın gerçekten dedi bana, babanın elinde kalacaksın en sonunda... Bırak şimdi bunları da saati söyle mom dedim. Mom ne ulan dedi. Ergenin arkasını kollayan annelere Mom; Babalara peder denir dedim.

Birden ışıklar gitti sanmıştım oysa ki annem ışığı görmemi sağlayan organlarıma destekli bir tane aşk etmiş. Kararan gözlerimmiş ışıklar değilmiş demek diye düşündüm. Algıda seçicilik dedim kendime gelince. Annem kolunu ısırarak mutfağa koştu...Bayılmışım galiba...

20.GÜN:

Kağıdı net göremediğim için bugün kısa yazmak zorundayım. Annemden yediğim dayak, Babamınkilerden çok farklıydı diyerek ilk gözlemimi aktarmak isterim. İçinde sadece nefret değil ; kıskançlık da barındıryordu kanaatimce...Entelektüel birikimim, cevap veremediği kimi sözlerim onu kızdırıyor olmalı. Neticede o da bir insan, anlayabiliyordum. 80-85 saatlik yeni rekorumun tadını çıkarıp biraz dinlenmek istiyorum.
Evden kaçmayı ciddi ciddi düşünüyorum...

-----------------------------------------------


Sonbahar filmini izlediniz mi? Ben babamdan yediğim son dayağın ardından yatakta geçirdiğim uzun dinlenme sürecinde, izleme fırsatı buldum. Emek hırsızlığına karşı olduğumdan, orjinal dvd'sini beklediğim bu filmi, hasta yatağımdan izledim. Filmi bir internet sitesinden, babamın kredi kartıyla sipariş ettim. Gerçi, iyi bir dayak yeme riski daha atlattım ama, sanatçının emeğini yedirmem kimseye...

Evden kaçma planlarım Orduda son bulalı, yaklaşık 2 hafta oluyor. Bibimin (Hala demektir ama, burada olay farklı. Orjinal ismi Bibidir kendisinin) yanında geçirdiğim bu zaman süresince, bol bol düşünme fırsatım oldu. Bibi'ye saygım büyüktür. Kendisi ailemizin en asil ve anarşist ruhlu hatunudur. İlk dövmeyi yaptıran, ilk piirsingi takan ve ilk rakınkuka katılan bu 70lik kadına hastayım. Aynı zamanda bir Blues hayranı olan bu asi kadının babası, erkek çocuk beklerken dünyaya gelen kızına,erkek olmadığı halde B.B.KİNG'in ismini verecek kadar Blues düşkünüydü...

2.HAFTAYI 1-2 GÜN GEÇTİ GEÇMEDİ

Annem babam beni aramıyorlar. Yani Bibim öyle söylüyor. Ama tahmin edeceğiniz üzere, işin aslı başka. Beni o kadar seviyor ki, eminim anne babamın yoğun aramalarına cevap vermeyerek, beni yanında tutmak istiyor. Ara ara bana kızıyor gibi olsa da, hepsi oyun. "Lan insan 2 saatte koca kavonoz balı yer mi lan, sığır mısın sen?" derken, aslında şaka yaptığını anlamak için, onu tanımak gerek. Her ne kadar komşu kadın, "git yoksa seni öldürecek halan" dese de, ben gerçeği seziyorum. Sonra bir de şunu sormak gerek: Gerçek nedir ve nerededir? Ulaşılabilir bir yerde midir? Otobüsle kaç saattir örneğin..Haksız mıyım?

SANIRIM 1 AY OLDU

Sabah saat 6 da uyandım. Yüzümü yıkadım ve ahıra indim. İneklerin beni görünce sevinmesinin bir sebebi olmalı kanaatimce. Kapının arkasında bir leğen dolusu karpuz kabuğu görünce, sevincimden iki dönmelik bir Laz barı atmışım. Orada, ineklerin yanında, en sevdiğim yiyecekleri mideme indirirken, adeta bir özgürlük savaşçısıydım. Zafer duygusu bedenimi ele geçirmişti ki, ensem adeta Etna yanardağındaki alevler gibi kavrulmaya başladı. Bu günlüğü takip edenlerin tahmin etmesi güç değil sanırım. Bibim, tüm gün iş gören kaya elleriyle ensemi hedef almıştı. Yavrum inek dışkısı da var yer misun? diyerek, sinirle ahırda tırmık aramaya başladı. Fırsatını buldum ve kaçtım. Yüksek sesle, Soner Arıca'dan Benden Kaçma'yı söylemeyi unutmam böyle zamanlarda.


34.GÜN

Sabah Bibim beni sarsarak uyandırdı. Dışarıda anne ve babamı görünce şaşırdım açıkçası. Annem, Bibim, Babam ve küçük kardeşim dışarıda konuşuyorlardı. Kavga ediyorlardı. Sanırım beni paylaşamıyorlardı. Annem ağlıyordu. Baba sinirli sinirli sigara içiyor yere üflüyordu. İşte bu dedim içimden. Babam benden uzak kaldığı için kederli. Psikolojik yansıma olarak da gözlemlemek mümkündü...Bibim bağırıp duruyordu. Babam cebinden çıkardığı bir tomar parayı Bibiye verince sakinleşti biraz. Gözlerim dolmuştu. Resmen benim için rüşvet veriyordu Bibime. Kendimle gurur duymalıydım biliyorum ama, ben üzüldüm bu hallerine. Baba ve annem dışarda beklerken bibi içeri girip akşamdan hazır ettiği çantamı bana doğru fırlattı. Bu kadın gerçekten farklı, dedim içimden . Demek veda etmekten hoşlanmıyorsun ha? dedim. Kafasıyla sertçe çık işareti yaptı. Ağlarken görünmek istemiyordu sanırım. Merak etme bibi yine geleceğim dedim. Uzaktan tam göremedim ama sanırım rakçı hareketi yapıyordu pencereden bana...Sonra dikkatli baktım ki işaret başka bir şey. Gerçekten çok farklı dedim. Babam dönüp Bibime baktı. Enseme bir şaplak daha yedim. Bu hoş geldin demek oluyor sanırım dedim içimden.


-----------------------------------------------------


41. GÜN- 14:40

Gerçeklerle yüzleşmek adlı kitabı elimden bırakamıyorum. Kitabın bir anafikre sahip olması düşüncesini reddeden bu eşsiz hindistanlı yazarla tanışmamız çok eskilere dayanıyor. 1 ay önce gittiğim bir doğum günü partisinde, alkolün etkisiyle komşunun kızını öpmeye çalışınca, annesi-Halide hanım- bu tuğla gibi kitapla önce kafama vurdu, daha sonra da kapıdan kaçarken arkamdan fırlattı. O gün bu gündür kitap bende...Henüz bitiremesem de, harika bir kitap olduğuna eminim. Yoğun entelektüel faaliyetlerim dolayısıyla, fiziksel olmasa da ruhsal bir yorgunluk hissediyorum sıklıkla..Uyuyakalmışım yine yatağımda...

Uyandığımda odamda bazı yabancı kadınlar yarı çıplak halde birşeyler giyiniyor ve fısıldaşarak dedikodu yapıyorlardı. Kadın bedeninin, elbisenin sınırlayıcı etkilerinden kurtulduğu anda ne şekle bürünebileceğine akıl sır erdiremezdiniz. Annem uykumun ağır olduğunu söylemiş olmalı ki gayet rahattılar. Ara ara dönüp bana bakıyor ve uyuduğumdan emin olmaya çalışıyorlardı sanırım. Konuşmalar ve aşağıdan gelen seslerden, evin kadınlarla dolu olduğunu anlamış, uyuyor gibi yapıyordum..

Durumu anlamam uzun sürmedi. Annemin kadınlar günü dolayısıyla evimiz bugün kalabalık. Babam ve kardeşim lunaparka gitmiş olmalılar. Ben yukarıda, odamdayım, yatağımda düşünmeyi seviyorum. Hem dinleniyor hem düşünüyorum. Böyle olunca, cep telefonunu sarja takmış ve görüşme yapıyor gibi oluyorsunuz çünkü. Çok akıllıca... Ha evet lunapark. Zaten bu tür bir eğlence anlayışına karşıyım. Eğlenmem için devasa balerinin eteklerinde oturup sonsuz hızda dünyanın dönmesini izlemeye ihtiyacım yok. Dünya, bir hata yaptığımda babam tarafından sonsuz hızla çevriliyor zaten benim için.

AKŞAM 17:04


Kitabın beynimde yarattığı düşünsel sancılar ve bazı dile getirilmesi gereken fikirler ile, az önce odamdaki manzara üst üste gelince, suyun kaldırma kuvvetini keşfeden Arşimet gibi fırlayarak, merdivenlerin tepesinde dikilerek kadınlara:

"Gerçeklerle yüzleşme vakti geldi bayanlar, Beyniniz ve potansiyelinizin yansıması, odamdaki çıplak hallerinizdir. Orada nasıl ki elbiselerinizin sınırlayıcı etkilerinden kurtulduğunuzda ufak çapta büyükbaş bir hayvana dönüştünüz, zihisel olarak da sizi sınırlayan etkilerden arınıp, daha büyük ve etkin olabilirsiniz" diye seslendim. Yüzlerinde anlamanın vereceği şaşkınlık ifadesi yerine, başka bir şaşkınlığın belirtisini görünce fark ettim ki, Arşimete yalnızca büyük keşfim bakımından değil, başka yönlerden de benzemiştim. Halide teyzenin "Abooow, kız bu kafayı yemiş vallaha!" deyişi ile kendime geldim.

Odama hızla kaçmamın üzerinden 10-12 dakika geçti ve aşağıda ses soluk yok. Bir ağlama sesi duyulur gibi oluyor ara sıra...

18:10

Kendime geldiğimde, salonda kanepede uzanıyordum. En son hatırladığım, heyecanlanan amerikalıların bir kese kağıdı alıp hızlıca nefes alıp verdikleri ve benim bunu evde kese kağıdı olmadığı için market poşetiyle yapmaya çalıştığımdı. Hafif baş dönmesini umursamamıştım.
Oğlum neden intihar etmek istedin? dedi annem sessizce. Gözlerimi kırpıştırdım bir süre. Tavandan sarkan lamba, yanıp sönüyor gibi oluyordu. Babam camdan dışarıya bakıyordu...sanırım manzara süperdi. Kardeşim ortalarda görünmüyordu. Baba hiç bozma dedim. Dönüp umursamaz biçimde bana baktı. Yataktan fırladığım gibi, odama koştum. Arkamdan anne ve babam da merdivenleri hızla çıktığını duyunca şaşırdım. Odamda elimde fotoğraf makinem ile ayakta duruyordum .Anne ve babam ise kapıda...Annem, oğlum, korkutma bizi dedi..Babam, Muhittin, ne oluyor yawrum dedi. Ailem benim için endişeleniyordu anlaşılan. Birşey yok yea, babam öyle karizmatik biçimde dışarı bakarken bu anı ölümsüzleştirmek istedim sadece dedim. En son hatırladığım merdivenlerin dikliği idi..sanırım aşağıya düşene kadar 19 basamak merdivene sadece bir kere temas etmiştim. Babamdan bunu sakin bir günde tekrarlamasını rica edecektim en kısa zamanda....


-----------------------------------------------------




43. GÜN
SABAH KAHVALTISI


Bakın dedim, iki sene önce eve köpek alma isteğime hayır dediniz. Komşunun kızı ile nişanlanma isteğime cevap bile vermediniz. Benim kültürel faaliyetlerime destek vermediniz. Kardeşimle aramızdaki gerginliği görmezden geliyorsunuz. Bob Dylan konserine de gitmeme izin vermediniz...sonra oturmuş bana senin sorunun ne diyorsunuz...anlamıyorum.. Son olarak da, Asıl sizdeki sorun ne ben anlamadım diyerek cümlemi tamamladım ve yine ampüle göz kırpıştırarak bakmaya başladım.
Babam sakin bir tavırla anneme dönerek beni dövmek isteğini tekrarladı. Annem son zamanlarda evdeki etkili tavrını sürdürüyordu. Hayır dedi babama, yanlış bu tavrın!

Anneme hayranlık duymaya başlamıştım ama bence babamın sevgisini ifade ediş biçimine engel olması doğru değildi. Bence bu bir tür iletişim biçimi anne, babamı sevgisini göstermesi konusunda engellememelisin diyince babam -hayatımda ilk defa görüyorum-  kahkaha attı. Bir sigara yaktı ve dişleri sıkı sıkı kapalı halde ağzının içinde , sevgininde ananında... diye devam eden bir cümle kurdu. Kahvaltı sonrası, Aziz ile beraber sahil gezintim onaylanınca, sevinçle masadan fırladım ve Viva La France! diye bağırarak odama koştum. Ben hızla koşarken , kardeşim de arkamdan liberté! diye bağırınca babam, çocuğu da kendine benzetti it oğlu it! diyerek neşemize ortak oldu.

14:15- SAHİL


Aziz ile gezintimize bir süre ara verip banka oturup insanları izlemeye başladık. Ben göz kırpıştırma seanslarıma devam ediyordum. Aziz'e de anlattım seansı ve oyunu ama sanırım beni anlamadı. Yoldan geçen bir iki kişi bana bakarak, Hayırdır bilader dediler. Ben de onlara , aslında doğrusu biraderdir dedim. Bana doğru yürüyen biriyle Aziz gidip konuştu ve iletişimim yine engellendi. (Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama, yakın çevrem genelde benim diğer insanlarla iletişimimi kaldıramıyorlar gibi..Kıskanmak doğal ama... bilemedim.)

Aziz yanında atasözleri ile ilgili bir kitap getirmiş okuyorduk. İyilik ve doğruluk başlığında bir süre bazı atasözlerini tartıştık. Ama sonunda beni ikna etti. Atasözleri harikaydı! Peki gerçek hayatta neden bu sözlerden yola çıkarak davranışlarımızı biçimlendirmiyoruz? dediğimde, istersen uygulayabilirsin dedi. Çok sevindim. Kalkıp marketten içecek birşeyler almaya gitti.

Sizi bilmem ama öğrenilen fikirler uygulama alanı bulamıyorsa değersizdir diye düşünürüm ben. Bu nedenle Aziz markete doğru yol alıyorken, ben de biraz pratik yapabilirm diye düşündüm. İskeleden denize bakıp sigara içen bir yaşlı amca görünce, beynimde bir ışık parladı. Yandaki çeşmeden, yolda bulduğum plastik bardağa bir miktar su doldurarak ve Michael Burks'den Miss mercy adlı şarkıyı mırıldanarak ve dans ederek yavaş yavaş yaklaştım amcaya. Sağlık kuruluşları sigarayı bırakmada size yardımcı olabilir, ama olmuyorlar değil mi? Hep prosedür ileri sürüyorlar. diyerek elimdeki suyu yüzüne dökerek sigarasını söndürmüş oldum. Ben Muhittin, her zaman yardıma hazırım dedim ve amcayı itekleyerek denize attım. (İyilik yap, denize at!)

17:45-- GÜLLÜK EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ

Polis amcalar ne kadar da şevkatli! Hiç de anlatıldığı gibi değiller bence. Yarım saat bekledikten sonra anne ve babalarımız karakola geldiler. Babamla komiserin baş başa uzun konuşmalarından sonra, komiser odaya girerek başımı okşadı ve bir daha sakın yapma, bak cezai ehliyetin olsa içeri atmıştım seni dedi ve koltuğuna oturdu. Kamuya daha nitelikli elemanlar alınmalı diyen tv deki adam geldi aklıma...haklıydı. 16 yaşındaki kişilere ehliyet mi veriyorlar da sanki diyerek gülümsediğimde komiserin yüz ifadesi ciddileşti. Çıkın dışarı dedi sertçe. Sanırım eksikliğinin fark edilmesinden hoşlanmadı.
Dışarıda Aziz'in babası oğlunu alarak hızla uzaklaştı. Arkalarından bağırdım ama, babası bir taş atarak karşılık verdi bana. Çılgınsın diye bağırdım bu kez. Babam hiç konuşmadan arabaya bindirdi beni. Ön koltuğa oturmam yasaktı. Yan koltuktaki hediyeni gördün mü? dedi bana babam. İnkredibıl, meşe mi bu? dedim. Evet Muhittin, hem de en iyisinden dedi babam. Sonunda anladı beni diye düşündüm. Mutluyum. Uyuyakalmışım yine..

-------------------------------------





43.GÜN...ARABADA..

Eve geldiğimizi anlamamıştım bile..Yol boyunca çok derin uyumuş olmalıyım ki, rüya bile gördüm. Rüyamda Lost dizisindeyim. Ceykıp ile beraber sahilde oturmuş, kuantum yapıyoruz. O bana, annemi terk etmemeliydin diyor , ben de ona, ben annemi terk etmedim ki zaten diyorum. Ne demek lan terk etmedim, gitmedin mi? diyor. Yav ceykıbım, sen değil miydin, varlık ve mekan algılarımızın alabildiği ile sınırlıdır diyen, işine gelince gitti diyorsun diyorum. Sinirlenip halı dokumaya gidiyor bu. .mına koduumun sarısı diyerek arkasından tıslıyorum falan...şiir gibi bir rüya gerçekten...

46. GÜN

3 gün geçti babamdan ses çıkmıyor. İş yerinden izin almış, 3 gündür bahçede bana aldığı meşeyi bıçakla şekillendiriyor. Canı bir şeye sıkkın olan insanların, hıncını ağaçlardan almasının nedenlerini sorgulamalıyım diyorum içimden. Annemle sert bir tartışma yaşıyorlar şimdi..Odamın penceresinden, yarı belime kadar sarkmış, dengemi muhafaza etmeye çalışıyorum ve bir taraftan da, onların sohbetine kulak kabartıyorum. Ben , 3 gün önceki karakol hadisesinden payıma düşeceğini tahmin ettiğim dayağı yememiş olmanın şaşkınlığı içindeyken, bunlar ne tartışıyor olabilirler ki? Duyamıyorum söylenenleri. Ben de duyabilmek için biraz daha eğileyim derken, çatının birkaç tuğlasıyla beraber, tam aralarına düşüyorum. Düşme şeklim o kadar eğlenceli ki, aşağı doğru kayarken waaaaauuuw! diye seslenmeden edemiyorum. Her neyse, çatıdan kurtulup boşlukta süzülürken kollarımı iki yana açtım ve şu son sözleri duyabildim nihayet.

Annem: Ne oluyor bey, neden sivriltiyorsun ağacı?

Babam: Götüne sokacam o pezevengin, yetti gayrı!...
(Ama bunlar hiç de hoş olmayan konuşmalar?)

Bir anda bir şey oldu. Bedenimi saran korku, bir anda cesarete dönüştü. Che Guevara'nın ünlü sözleri aklıma geldi ve yere düştüğümde, hazır onlar şaşkınken:
"ölüm nereden ve
nasıl gelirse gelsin...
savaş sloganlarımız
kulaktan kulağa yayılacaksa
ve silahlarımız elden ele geçecekse
ve başkaları mitralyöz sesleriyle
ve de savaş
va zafer naralarıyla
cenazelerimize ağıt yakacaksa
ölüm hoş geldi,
safa geldi."
dedim.

Babam ve annem bir an birbirlerine baktıktan sonra annem bıçağı, babam odunu alarak beni kovalamaya başladılar...Isınmadan koşmayı sevmiyorum. Kas ve iskelet yapısına zararlı bir şey...

47. GÜN

Kas ve iskelet yapısına zararlı olan şeyleri yalnızca ısınmadan koşmak olmadığını kavramam, zor olmadı...önümde duran tıp kitabının söylediklerinden yola çıkarak, babamın odun darbelerinin ānus'uma (kıçım), Acromion'uma (Omuz Çıkıntısı) ve Acusticus'uma (İşitmeyle ilgili); annemin bıçak darbelerinin ise İnguinal'uma (kasık bölgesi) hasar verdiğini söyleyebilirim. Elimdeki kitap bitince, Şiddetin Tarihçesi adlı filmi izlemek istiyorum. Hem o zamana kadar Acusticus'um da iyileşmiş olur. Elbette ki korsan değil; orjinal dvd alacağım. Koridordan sesler geliyor, devam edemeyeceğim...


---------------------------------------------



51.GÜN

3 Gün oldu ekmek fırınında çalışmaya başlayalı. Facebook’ tan bir arkadaşım vasıtasıyla tanıştığım bir sosyal grubun kurucusu olan Himmet, bir tür anarşist. 71 yaşında, 1990' ların başından beri özgür fırın hareketinin liderliğini yapıyor. Kulakları sağır ve kendisine ismiyle hitap etmemiz konusunda ısrarlı. Tanıştığımızda ilk tepkim, işte tam bir devrim adamı şeklinde oldu. Fırınlarda üretilen ekmeklerin tek tipleştirilmesine karşı başlattığı hareketi halen sürdürüyor. 2001 yılında tertiplediği tek başına kaldığı ve liderliğini yaptığı bir gösteri sırasında, kafasına yediği cop darbesi ile duyma kaybı yaşamış. Üçgen, altıgen ve hamursuz olmak üzere 3 çeşit ekmek çıkaran bu fırından mahalleli biraz ürküyor. Akıl sağlığı konusunda ileri geri konuşuyorlar Himmet’in. Ama ben düzenin boyunduruğu altında ezilmeyi reddeden bu adama saygı duyuyorum.
--------------------

Yanında çalışma kararımı aileme açtığımda babam, hah, tam sana göre bir patron ve iş dedi. Patron yok baba, düzenin kölesi değiliz biz dedim. Bu konuda fikir birliği içinde olmasak da, babamın içimde yatan cevheri fark etmiş olmasından dolayı mutluyum. Annem mi? O tabii ki sevinç gözyaşlarına boğuldu yine. İş saatlerimizi biz belirliyoruz; haftalığımızı da… Fırın, standartların aksine akşam ekmek çıkarıyor ve paydos saatimiz gece 2 civarı. Hiç ekmek satamadığımız için haftalık konusunu erteledik şimdilik. Zaten maddi kazançlar peşinde koşmanın bir tür akıl sağlığından mahrumiyet olduğunu söyledi bize Himmet. O kadar sıra dışı ki ….Çalışma saatlerimiz çok keyifli geçiyor. İş bittiğinde herkes una bulandığı ve yorulduğu için, ben daha önceden pratiğini yaptığım M. Jackson figürlerimi sergiliyorum Himmet’e … Yalnızca gözlerimi yıkıyorum ve vücudumun geri kalanı bembeyaz olduğu için rahmetliye tıpatıp benziyorum. Gece eve dönerken, hem neşe olsun hem de yolda güvenli olsun diye yıkanmadan çıkıyorum. Beni gören, gecenin karanlığının da vermiş olduğu ürküntüyle çığlıklar atıp kaçıyor . Hayat işte!
--------------------------------
55. GÜN

Bugün okuduğum bir yazıdan da etkilenerek şöyle bir sonuca vardım. Hayatı asıl değerli kılan şeyler, sürprizler ve neşedir. İşte bu fikirden yola çıkarak, sevgili anne ve babama bir sürpriz hazırlamak istedim. İş çıkışı artan unu da kafamdan aşağı boca ederek, ilk tepkiye bakmak için Himmet’ e gittim. Beni gördüğünde , Gerçekten çok etkileyici, türlü kötülüklerle bezeli insanı simgeliyorsun değil mi? Üzerindeki unun beyazlığı ise saflığı simgeliyor? Doğru mu? Harikasın Muhittin! dedi. İşte performans sanatından anlayan bir insan diye düşündüm ve çok sevindim. Görünen o ki, sürprizim kusursuz olacaktı.
----------------------------
O kadar sessiz girdim ki eve, kedi bu kadar sessiz olamazdı… Ebeveynlerimin yatak odasının önüne gelip, konsantrasyonumu tamamlayınca, kapıyı aniden açarak gözlerimi kapayıp , kollarımı iki yana açtım. Edindiğin yapay saflık, varolan biçimsizliğini kapatır mı belledin diye bağırdım. Gözlerimi açtığımda yarı çıplak annem üzerine çarşafı çekmeye çalışırken; babam kilotunu giyinmeye çalışıyor ve bir taraftan da yerdeki altı ahşap terliğine uzanmaya çalışıyordu. Zamansız bir sürpriz oldu ama endişelenmeye gerek yok. Cinsellik ile ilgili benden çekinmemelisiniz. Bilimsel yaklaşabilirim bu manzaraya, endişe etmeyin. Doğrusu sizden bu performansı beklemezdim , özellikle de senden baba diyerek Amerikan stili bir mimikle göz kırptım babama. O hala terliğe ulaşmaya çalışırken, hoşçakalın diyerek usulca kapıyı çektim . İnanılmaz ya, liseli aşıklar gibiler diye düşünerek odama doğru merdivenleri çıkarken, ense köküme aldığım ani darbeyle yere yığıldım. Sanırım başıma asma kattan bir şey düştü…..bayılmışım…
-----------------------------------
Hastanede gözlerimi açtığımda üzerimde deli gömleği vardı. Bu Himmet’in işi diye geldi hemen aklıma. Bana şaka yapıyor sanırım. Doktor geldi sonra, kendime geldiğimi hemşireden haber almış. Transferi yapılsın dedi. Profesyonelce hazırlanmış bir şakayla karşı karşıyayım sanırım. Hiç sesimi çıkarmadım. Uyum sağlamak gerek.
---------------------------------------
Tek başıma bir odada kalıyorum. Kurşun kalem ve bir defter verdiler. Birinci sınıf bir şaka gerçekten. Uykum geldi . Mental sağlık için iyi bir uykunun gerekliliğini düşünüyorum. Uykuya dalmayı planlıyorum...

 -------------------------------------oooooooooooooo-------------------------------------------------



Bir Entelektüel'in Hastane Günlüğü


12. GÜN - 08:05

Hastaneye gireli 12 gün oluyor. Bu işte bir ciddiyet payı var sanıyorum. Doktorun verdiği hapları sorun çıkarmadan yutuyorum, maksat kurulan kurguyu sekteye uğratmamak. Ama iş şaka olmaktan çıkmaya başladı. Ya da şöyle demem daha doğru sanıyorum, ben bu tarz şakalardan hoşlanmıyorum. Bu, Himmet'in espri anayışı olamaz, sanmıyorum. Dışarıdan bazı haberler de ulaşıyor bana. Himmet beni ziyarete gelmeye çekindiğini söylemiş çevresine. Sanırım burada kalıcıyım. Ama sorun değil, gözlem yapmak için muhteşem bir ortam var burada. Burada benim dışımda, gerçekten akıl hastası olan kişiler var. Himmet de sanırım onlardan çekiniyor. Ama bu sebepsiz bir endişe bence. Buradaki insanlar oldukça eğlenceli tipler, her neyse....

16. GÜN-16:40

Bazı izlenimlerimi aktarmam gerek. Buradaki hastabakıcılar ile anlaşamıyoruz. "Burada kanun benim" tripleri ile geziyorlar ortalıkta. Statü sahibi olma kompleksi benzeri, ciddi rahatsızlıkları olduğunu düşünüyorum. Ortada beyaz önlüklüler gezinmeye başlayınca da , kuyruklarını kıstırıyorlar. İnanılmaz yani.

Guguk kuşu filmini, cek nikılsını düşünüyorum. Cek nikılsın posterimi içeri aldırttım ama, guguk kuşunu halledemedim. Baya aradım ama yok. Avrupa'da işler başka türlü işliyor demek ki.
Hastaların içinde gerçek bir entelektüel birikime sahip kimse yok ne yazık ki. Biraz sıkılıyorum. Sorgulayıcı yapım ve durmak bilmeyen kafam, bana sürekli yeni çıkmazlar açıyor. Sorularla kafam allak bullak oluyor. Sorularımı yönelttiğim insanlardan tuhaf tepkiler alıyorum. Eğitimsizlikle mücadele edilmeli zannımca. Basit sorulara yöneliyorum ben de. Bu şekilde, beyinlerinin az çalışan kaslarına yüklenmeye gayret gösteriyorum. Çoğunun nöron yapılarında fiziksel sorunlar var. Yaşadıkları ani voltaj değişimleri nedeniyle bazen beyin ile vücut arasında iletişim kopukluğu oluşuyor. Benim kafa karıştırıcı sorularım sonrası 3 hasta komaya girdi örneğin. Sorun açık yani, elektiriksel. Buraya gireli 16 gün oldu ve ben bunu fark ettim, ama doktorlarda tık yok. Tıptaki gelişim çok yavaş gerçekten. Doktorlarımız tembel.

17. GÜN

Biraz da en yakın arkadaşımdan-Sezgin- söz etmek isterim. Kendisi 46 yaşında. 2 çocuk babası. Karısı terk etmiş onu, sebebini anlayamadım ama sormadım da. İnsanların yaralarını deşmeyi gereksiz buluyorum. Sorsam da pek bir şey değişmezdi gerçi. Sezgin pek konuşkan değil zira. Aslında, henüz sesini de duymadım. Hiç yorum yapmadı konuşmalarıma. Yüzünde ermişlerde görüldüğü söylenen bir gülümsemeyle bana bakıyor sürekli. Bazen bakışları kayıp başka noktalara kilitli kalıyor. Bu durumlarda kafasını düzeltmeniz gerekiyor. Sağda solda kısmi felçli ve konuşma engelli diye söylentiler dolaşsa da ben inanmıyorum. Sanırım, tepkisizlik şeklinde bir tavır alıyor sonsuz hızda akan bu dünyaya karşı. Babamla aynı yaşta ama daha sakin. Hatta fazla sakin. Ne vakit bir araya gelsek, iletişimimiz engellenmeye çalışılıyormuş hissine kapılıyorum. Burada bile kıskançlık var, ilginç!

Naciye hemşire var burada ve sanırım beni cinsel anlamda çekici buluyor. Ülkemin yalnızlığa itilmiş ,istekleri bastırılmış ve hor görülmüş her kadını kadar çekingen. Saldırgan bir yapı da sergiliyor zaman zaman. Bana ilk yakınlaşma çabasında, Sezgin ile konuşmamam gerektiğini, onun ağır hasta olduğunu ve beni hiç fark etmediğini söylemeye çalıştı. Güldüm ve şunu söyledim: Belki fark edenlere odaklanmalıyım ha? Yapma Naciye, bu kadar saldırgan olmamalısın. Seninle iletişim kurmamın yolu arkadaşlarımın tasfiyesinden geçmiyor. Sana da vakit ayırabilirim elbette, Sezgin'i rahat bırak. Seninle sevginin ne olduğu konusunda nasılsa anlaşırız, evrenseldir. Ama eğer kamasutra teknikleriden de haberdarsan iş değişir. Arka bahçe müsait görünüyor. Kahkahalar atarak hemşire odasına kaçtı. Sanırım bu kadar hızlı çözümlenmiş olmaktan dolayı bir şok yaşadı. Odadaki diğer hemşirelerden de kahkaha sesleri yükselmeye başlayınca, bu hastanede cinsel devrime yaklaştığımı hissettim.
Her neyse, burada, cinsel istekleri batırılmış bir taşralı hemşirenin azgınlığından söz edecek değilim. Benim asıl anlatmak istediğim, Naciye hemşire başta olmak üzere, ben ile Sezgin arasındaki iletişimin engellenme çabası. Akşam sohbetimizde aniden yanımıza gelerek, o seni duymuyor geri zekalı dedi örneğin. Şiddetini arttıran bir kıskançlık açıkçası.

20.GÜN- 12:14

Buradan genel anlamda pek bir şikayetim olduğunu söyleyemem . Damak zevkime uymayan yemeklerin değiştirilmesi ile ilgili şikayet dilekçemin , teslim ettiğim Cemal hastabakıcı tarafından mendil olarak kullanılmasına içerlemem dışında, tuhaf bir muameleye maruz kalmadım ve yaklaşık 25 gündür hiç dayak yemedim. Bunlar olumlu gelişmeler bence. Her ne kadar bana anlamsız bir güdü gibi görünse de , Naciye hemşirenin cinsel arzularını doyurması için, arka bahçe meselesini tekrar gündeme taşıymayı planlıyorum. Hareket değerlidir bence. Sezgin ile ilişkimiz derinleşiyor. Gülümseyen yüzünde bir sır gizli, hissediyorum.Arada beni dinlerken tepki de verse ve akan salyalarını silse, harika olcak. Edebi metinlerde soyutlama tekniği adlı bir kitap sipariş etmeyi planlıyorum idareye. Bu şekilde yazım tekniğime katkı yapmayı planlıyorum. Bakalım. Yazarken etkileyici olacak kanısındayım. Haplarımızı içmeyi unutmayalım. Evet.



-------------------------------------------------------




Bir Entelektüel'in Hastane Günlüğü -2-

 

 

21. GÜN -21:10-

Tüm gün arka bahçede bekledim, gelmedi. Kendi bilir. Zaten leğen kadar kıçı var. İyi böyle iyi...

22. GÜN - 10:50-

Dün arka bahçede geçirdiğim süreyi Sezgin'i inceleyerek geçirdim. Yüzündeki o ifadenin hiç bozulmadığına dikkat ettim. Demek bu, benim konuşmalarıma karşı bir duruş değilmiş. Şaşkınım. Demek tüm hayatı bu şekilde algılıyor diye düşünerek daha da şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Ona olan saygım iyice perçinlendi. Ama salya hadisesi rutine bağlanmış görünüyor. Akıp, doğal bir biçimde kopana değin, asla müdahale etmiyor. Onu dikkatle incelediğimi gören hastabakıcılardan biri yanıma yaklaşarak, "neye bakıyosun lan sen" dedi. Ağzındaki biriken sigara dumanını da sorusunu sorarken bana yollamış oldu. Bu kadar samimi olduğumuzun farkında değilim, özür dilerim. Ama rica ederim beni rahatsız etmeyin dedim. Ayrıca sigara içmek isteseydim kendim yakardım dedim. Güldü. Gözlem yaparken ve düşünürken rahatsız edilmekten nefret ediyorum beni rahat bırakın lütfen dedim ama o devam etti..." e o elindeki ne işe yarıyor?" dedi bu kez, elimdeki kırık kurşun kalemi işaret ederek. Bir süre kaleme baktım. Soyutlama tekniği için güzel bir an diye düşündüm. Her ne kadar anlamayacağını bilsem de, konsantrasyon çubuğum dedim. Düşüncelerimi toparlamama yardımcı oluyor. "Bence o kafadaki fikirler toparlanamaz" dedi ve gülerek sigarayı attı, içeri girdi. Arkasından ona cevap vermeyi gereksiz buldum. Bence kalıplarla düşünmeye alışmış düzen manyağı bir köleden farksızsın demek ona yalnızca eksikliğini hissettirecekti. Gerek yok.

24.GÜN- 16:40-

Sezginde bir değişiklik yok. Bugün gündüz vakti iki hastabakıcı tarafından komple sandalyesiyle alınarak, bir yere götürüldü ve 2 saat kadar bir odada kaldı. Döndüğünde artan salyaları dışında bir değişiklik yoktu. Seslendim ama cevap vermedi yine. Eliyle bir selam vermek yerine, başını sağ yana düşürdü ve kaldı öylece. İlginç biri gerçekten.

25. GÜN- 19:10-

Birkaç gündür uğraşıyorum ve nihayet doktorumla başbaşa görüşme talebim kabul edildi. 4 gün sonrasına randevu verdi. Benim için uygun, o gün boşum dedim hemsireye. Güldü. Sanırım, personel de hastalarla içiçe olmaktan dolayı mesleki yıpranmaya maruz kalıyor. Emekçiler ve çektikleri sıkıntıları bilirim dedim. "Öyle mii?" dedi. Elbette dedim, rahat ol. Odama geldiğimde, doktorumun neden benimle o gün değil de , 4 gün sonra görüşmek istediğini de anladım sanıyorum. Kendini hazırlamak istiyor sorularıma karşı. Zamana ihtiyacı var. Doğal tabii.


21:30

Akşam yemeğinde ilginç gelişmeler. Naciye hemşirenin Sezgin'e olan yakın tavırlar, tüm yemek boyu sürdü. Ara sıra göz göze geldiğimizde kahkaha krizine giriyordu. Kur yapıyor anlıyorum ama, tüm bunlar bana biraz fazla çocukça geliyor aslına bakarsanız. Sevişme öncesi bu kadar rahatsızlık hissi oluşması, bir yetişkin için pek anlaşılır değil. Tüm hareketleriyle bana bir mesajı iletmeye çalışıyor sanıyorum. Ah, kadınlar!

26.GÜN- 14:40-


Evimden röbdöşambr'ımın getirilmesi ile ilgili idareye yazdığım rica dilekçeme yanıt geldi. Aynen aktarıyorum. " İstediğiniz röbdöşambırınız ile ilgili bir araştırma yapılmış, bu tarza ait bir pijamanın hastane şartlarına uygun olmayacağını fark ettim. isteğiniz red dedilmiştir." Her ne kadar başta röbdöşambr olayına kızsam da, sinirim zamanla gelen dilekçenin kendisinde yoğunlaştı. Kurumlar ile halk arasında iletişim kurması için istihdam edilen bu personelin, kendi diline olan hakimiyetsizliği beni çileden çıkardı. Oturup, gelen dilekçedeki anlatım ve yazım bozukluklarını düzelterek, geri gönderdim. "Röbdaşambır" değil; "röbdöşambr" ve "red detmek" değil; "reddetmek" tir diye de sözlü olarak ekleyerek hemşireye teslim ettim dilekçeyi. "Personel sizinle bizzat görüşmek isteyecektir" dedi bana çıkarken. Hay hay dedim. Gelen dilekçe cevabını da sinirden buruşturup bir süre tekmeledikten sonra odanın bir köşesine fırlattım. Uyuyakalmışım. Uyandığımda gece saat 02 civarıydı. Akşam yemeği için uyandırılmamıştım. Acıkan karnım ile ilgili yapabilecek bir şeyim olmadığından (kapılar kilitli bu saatlerde), buruşturmuş olduğum kağıdı yemek sureti ile sörvayvır ettim. Kağıt 1. hamurdan imal edildiğinden, midem sancıyordu ama uyumaya çabaladım. Keşke saman kağıt olsaydı diye düşündüm. Hem çevreye duyarlı hem de mideye...

27. GÜN -09:10-

Dünkü personel, kahvaltıda, benimle dilekçe meselesini konuşmak istediğini ve odasına gelmemi istediğini belirtti. Kahvaltım bitsin geliyorum dedim. Dişlerini gıcırdatarak odasına yöneldi. Sinirsel galiba diye düşündüm içimden.

11:10

Odasındaki sohbet sona ereli 30 dakika oluyor. Konuşmaya girmemi pek beklememiş, girer girmez odanın kapısını kilitlemiş ve yaklaşık bir saat boyunca bana dilekçemin sarılı olduğu bir odunla vurmuştu. Şiddete karşı her zaman tavır almışımdır. Babamdan gördüğüm şiddetin yanında, kendininkinin pek bir anlamının olmadığını belirttiğimde ise odunla kendi kafasına vurmaya başlamıştı. Sanırım komaya girmiş. Neden böyle bir şey yaptığını, taburcu olduğunda kendisine sormak istiyorum. Belki konuşarak ona bir nebze yardımcı olabilirim.

----------------------------------------------------




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

cansızların serbest salınımı

        Bu yaşamda her şey olur. Hiçbir şey sürpriz değildir ve her an beklenmelidir. İnsan bir gün doğumu ya da huzurlu bir uykuyla her...