Aşağı Yenice Gazetesi Film Tanıtımları

Bundan kelli bu çocuğa elleşeni yakarım!


ISLAK MENDİL (1982) 

Vizyona Giriş Tarihi 01 Nisan 1982 
Süre 86 dk 
Özellikler 35 mmRenkli 
Ülke Türkiye 






     Konservatuvar öğrencisi olan Ümit (Besen), bir ağanın (aynı zamanda kağıt mendil-peçete işi yapan bir fabrikatördür kensdisi) Canan adlı kızıyla evlenir. Ağa, sabah akşam ses açmaya çalışan ve ısrarla modernizmden uzak durup kağıt mendil kullanmayan, mütemadiyen kumaş mendil kullanan bıyıklı Ümit'e kıl olduğundan, kızını evlatlıktan reddeder ve elinden yıllık 200 adet ücretsiz mendil kullanma hakkını da geri alır. Kızı çok şaşırır bu işe. Kızına, benim sözümü dinlemediğin için çok ağlayacaksın, ama o yaşlı gözlerini ve sümüklü burnunu silecek mendil bile bulamayacaksın mesajı veriyor. Tabii fabrikatör babanın servetinden mahrum kalınca yeni evli çifte kumrularımız, bir miktar sıkıntıya giriyorlar. Kredi kartı borçlarını falan bile ödeyemez hale geliyorlar. Ümit, yokluktan ve çaresizlikten travmalar yaşıyor, kafası karışıyor. Kemanını satıp eve azık alacağına, kemanını kıçına sokuyor falan....

Bakın, Canan o kadar şaşkın ki, şişme bebekler gibi, ağzı açık geziyor film boyunca

     Ümit'in yakın bir arkadaşı (Mithat), hem Ümit'in durumuna üzüldüğünden, hem sürekli parasız kaldığı için Ümit ile sigarasını paylaşmak zorunda kaldığından, hem de abazan gezdiğinden, hazır Canan da şişme bebekler gibi geziyorken, Ümit'e yardımcı olmak ister. Eşşek kadar gazinom var, gece herkes içkinin sınırlarına dayandığında gazinoda sahne alabilirsin der Ümit'e nasılsa aşırı alkollü bünyelerin rezalet sesi fark etmeyeceğini umarak. Ümit sahne almaya başlar. Şarkıydı besteydi derken işine fokuslanan Ümit, Canan'a fokuslanan Mithat'ı fark etmez. Bir gece Ümit ses açmaya çalışırken, yan odada Canan'ın kapalı yerlerini açmaya çalışır. Fakat müzik kulağı olan Ümit, ses açmaya çabalarken bile yan odadan gelen hazır açılmış sesleri ayırt eder. Odaya dalar ve Mithat'ı slip kilodunu çıkarmaya çalışırken görünce beyninden vurulmuşa döner. Canan panikle açıklamaya yapmaya çalışır, ama Ümit kiloda takılmıştır. Bu ne ya slip kilot  falan diye sinirlenir, çocuğunu alır ve kaçarak uzaklaşır. Canan kapıya koşar ve şaşkınlıkla Ümit'in koşuşunu izler. Geri zekalı der içinden, yüz metreyi ortalama 6 saniyede alıyor. Ses açacağına atletizm ile ilgilenseydi, Monaco' da villada yaşardık...


     Ümit hayata küser bir müddet. Bakar ki kendisi hayat küsünce bebeğin acıkması durmuyor, sokakta şarkıcılık yaparak geçinmeye çalışır. Fakat sokaktan geçenler gazino eşrafı gibi zom olmadığından, berbat sesi fark edip, Ümit'in bulunduğu caddelerden geçmez olurlar. Esnaf kepenklerini kapatır Ümit'i duymamak için. Geri zekalı Ümit, bunu da gitgide yalnızlaşmasına yorar.
Sokakta yaşamak zor olduğundan temizlik sorunu ile karşı karşıya kalırlar. Her sabah çocuğunun yüzünü sokakta bulduğu mendille silmeye çalışan Ümit, bir sabah çocuğun yüzüne bulaşan bir lekeyi, mendile tükürerek silmeye çalışırken, kafada ampül yanar: ISLAK MENDİL!

Ne o tanıdık mı geldi?

     Yeni fikri için patent çalışmaları ve ambalajlama üzerine yoğun mesai harcayan Ümit, sonunda zengin bir iş adamı olur. Bu arada Canan ise, Ümit kendini terk edince, babasının yakın arkadaşı Nuri ile evlendirilmek istenir.  Nuri Canan ile evlenmeyi hem para yüzünden, hem de kendisi diş beyazlatma işinde çalıştığından kabul eder. Canan'ın her daim açık olan ağzını reklam maliyetlerini düşürmek bakımından fırsat olarak görür.  Canan mutsuzdur. Fakat Ümit'in keyfi yerindedir. Hem zengin olmuştur hem de eski kayın pederinin peçetelerini artık s.kleyen yoktur.

     Canan ile Nuri'nin düğün gecelerinde, ümit daha önceden ön araştırmasını yaptırdığı bir soruşturma ile düğünü polis nezaretinde basar. İlk başta intikam almak maksatlı olarak, halay başı olur ve mendil olarak da ıslak mendil kullanır. Yeteri kadar oynadığına kanaat getirince de polisleri göreve davet eder. Herkesin şaşkın bakışları altında polis Nuri'yi tutuklar. Nuri'nin aslında diş beyazlatma değil; haroin işinde olduğu anlaşılır.

     Sevinçle Canan'a bakan Ümit,  şaşkınlığı iyice artan Canan'ın ağzının gerilime dayanamayarak yırtıldığını görür. Joker Canan'ı kucaklar ve 2 dk. 12 sn' de 35 km uzaklıktaki hastaneye yetiştirir. Finalde de Ümit'in yavrusu ile dedesinin kavuşmaları beklenir, ama yavru dedesinin yüzüne tükürerek noktayı koyar. Aykırı yönetmenden sürpriz bir final doğrusu.


...........................................................................................................................................






DÜNYA SAVAŞI Z (Z’NİN DÜNYAYLA ŞAVAŞI)



     Açılış Sahnesinde Gerry ve karısı yatakta uyurlarken, 2 çocukları, gulyabani görmüş Japon balıkçısı gibi, korkuyla karışık bir sevinç ile anne babasının üzerlerine atlıyorlar. Bu arada, büyük kızın  kontolsüz topuğu babasının böğrüne Thor’un çekici gibi iniyor. Nefesi kesilen Gerry, Amerikalı, orta yaşlı ve karizmatik bir insan olduğundan, durumu İsveç Büyük elçisi soğukkanlılığı ile karşılıyor. Gülümsüyor falan. Bizde olsa, mahreme böyle daldıkları için bir, ana babanın üstüne atladıkları için iki, efsane dayak yer iki çocuk.










Hanım sen çocukları al eve git. Benim bi işim çıktı.
     Gerry Birleşmiş Milletlerde görevli bir asker gibi bir şeydir. Uzun zamandır kafa izni yapmaktadır. Geç saatlere kadar uyumakta, uyandığında çocuklara krep(pişi)  yapmaktadır. Çok güzel krep yapıyor Gerry.  Anne ise izliyor. Bulaşıklara da dokunmuyor gavurun kızı.  Enivey, hep beraber arabaya atlayıp yola çıkıyorlar. Trafik arapsaçı. Fakat bunun rutin bir sıkışıklık olduğunu sanan insanlar sakince küfür ediyor, yolun açılması için selektör falan yapıyorlar. Uzaktan duyulan patlama sesleri ve Gerry’nin gördüğü manzara ( adamın biri kuduz köpek gibi başkasını dişliyor), yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu sezmelerine neden oluyor. Çok sezici bir aile olduklarından kaçmaya başlıyorlar. İstanbul’da da sık kullanılan bir teknikle, Ambulansın arkasına takılıp aradan sıvışıyor Gerry. Isırılan insanlar kuduz köpek gibi yerde bir müddet kasılıyor. Sonra doğrulup diğerlerini ısırıyor. Ebeleme gibi görünen bu hadise zombi meselesi gibi dursa da olay biraz farklı.

Atlasan parçan kalmaz!
     Birleşmiş Milletler hemen Gerry’i arıyor. Aman Gerry, biz senin ailene bakarız, sen hallet bu işi diyorlar. Gerry, aldığı maaşa bakıyor, verilen göreve bakıyor, isyan ediyor.  En azından prim+ yol parası diyor. Birleşmiş Milletler genel sekreteri, Gerry’i  250$ +kdv ye ikna ediyor. E adamı boşuna genel sekreter yapmıyorlar demek ki dedirtiyor değil mi?

Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin!
     Gerry salgının Çin’den yayıldığını iddia ediyor. Sonra  İsrail’e falan da gidiyor. Bu arada, karısı da kendini merak etmesin diye, cep telefonu ve kontörlü bir hat veriyor. Kadın sanki ilk defa telefon görmüş gibi, akşama kadar yılan oynayınca, telefonun şarjını 2 saatte bitiriyor ve kocasından haber alamıyor haliyle. Gerry dışarıdayken, ısırılanların 12 saniyede dönüştüklerini fark ediyor. Kendisinden acele etmesi istenmiştir, ama geri zekalı Gerry,  neden 12 saniye? Kesin bir şifre var falan filan diyerek 48 saati boşa harcıyor. Sonra zombilerin gürültüye geldiklerini fark ediyor. Açıkçası ben bu kısmı anlamadım. Zombilerin gürültüye geldikleri her filmde işlenir. Gerry’nin bunu anlaması için film izlemesi yeterli. Bence adam biraz mal.

     Gerry’nin diğer fark ettiği şey ise, zombilerin bazı insanlara saldırmadığı. Hasta insanlara dokunmadıklarını, yanlarından geçip gittiklerini fark ediyor. Ulan madem öyle, bu hastalık Türkiye’de, dahası Beyaz sarayda nasıl yayıldı diye düşünmeye başlıyor. İşin içinden çıkamayınca, e biz herkesi hasta edelim, o zaman zombi olmazlar diyor. Nasılsa ilacı bizde diye düşünüyor. Veriyor bedene virüsü, zombiler bunu koklayıp kusacak gibi oluyorlar. Ama dokunmuyorlar da.
Filmin anlaşılmayan noktaları ise, zombiler hariç diğer insanların hepsine nasıl virüs bulaştırılacağı. Halihazırda zombi olan arkadaşlarımız için ne düşünüldüğü… Bunlar önemli şeyler zannımca.

..................................................................................................................................................................



MOEBIUS
   
     Filmin açılış sahnesinde, küçük cekiçen kıtırdak tostunu yerken boş gözlerle önüne bakıyor. Babası cekiçen ise bir yandan tostunu yiyor, bir yandan da telefonu aracılığı ile akşamki tostunu sipariş ediyor.  Anneleri olacak eroyinman kılıklı beyaz don 1 ise, havada uçan hipnoz sineği takip eden yavru kedi gibi baba cekiçene bakıyor. Her hareketine dikkat kesiliyor. Telefon çalmaya başlayınca da, yerinden zıplayıp telefona atlıyor. Bir müddet baba cekiçen ile yerde boğuştuktan sonra, telefonu alan baba dışarıya çıkıp tost siparişinin ayrıntılarını konuşuyor.

     Bir sonraki sahnede, baba cekiçenin tostçu beyaz don ile şarap içme ve arabada sevişme sahneleri var. Bu sahnelere hem anne beyaz don hem de küçük cekiçen seyirci olarak katılıyorlar. Anne beyaz don hırsından patlayıp, akşam tostçu beyaz donun bakkal dükkanının camını indirirken, yavru cekiçen yatağında hayaller dünyasında gezintiye çıkıyor. Ama o gece gezintiye çıkanlardan biri de anne beyaz don. Eline aldığı bıçağı ile baba cekiçenin küçük cekiçenini kesme planları gerçekleşmeyince, küçük cekiçenin minik cekiçenini kökünden alıyor. Çığlıklara koşan baba oğul cekiçenlerin önünde de bir güzel karnını doyuruyor. Baba cekiçen oğlu cekiçeni hastaneye yetiştiriyor, ama geç kaldığından -evi terk eden anne beyaz donu da hesaplarsak- 3 cekiçen kalıyorlar kocaman evde.

        Oğlunun başına gelenlerden dolayı suçluluk hisseden baba, organ nakli ve diğer tatmin yolları üzerine, macbook air (i5/ 6gb/ 128 ssd disk) ile araştırmalar yapıyor sürekli. Bu arada küçük cekiçen okulu bırakıp, babası gibi tost peşinde koşuyor. Bakkal dükkanının önünden ayrılmayan yavru, minik cekiçeni de gittiğinden, hayıflanarak zaman geçiriyor. Bakkala dadanan serseri cekiçenlerin tostçu beyaz dona sarkamasını engellemeye çalışsa da başarılı olamıyor. Sonrasında da hep beraber tecavüz ediyorlar tostçu beyaz dona. İçeri giren dolaptan soğuk bir içecek alıp tostçu beyaz donla takılıyor ama kasaya kuruş nakit girmiyor. Tecavüz dolayısıyla serseriler ve küçük cekiçeni polis alıyor. Baba merkeze gidip oğlunun suçsuzluğunu ispatlamak için  küçük cekiçenin donunu insan içinde indirince küçük cekiçen sinire kesiyor.


      Baba cekiçen, oğlu nezarethanede iken, internetten , sert bir kaya parçasını vücuduna sürtmek sureti ile tatmin olunabileceğini  keşfediyor. İlk önce kendi ayaklarını törpüleyip olumlu sonuç alınca, görüş zamanı herkes evladına temiz çamaşır, sigara götürürken; o kaya parçası götürüyor. Geri zekalı Yavru cekiçen ilk önce babasının don alamadığı için taşı getirdiğini, iç çamaşırlarını çitilemek maksadıyla kullanması gerektiğini zannetse de sonradan anlıyor hadiseyi ve veriyor vücuda kayayı…

      Minik cekiçeni olmadığından suçsuz bulunup salıverilen yavru çekiçen, yine tostçu cekiçenin bakkalına gidiyor. Bu kez kendisine bıçak sokan tostçuyu  okşamaya başlayıp, diğer yandan da omzuna giren bıçağı kanırtarak tatmin sağlıyor. Ve film bu saatten sonra geri dönüşü güç bir akıl sapmasına uğruyor.

      Baba cekiçen, organ nakliyle ilgili olumlu haberi internetten alıyor. Kendisi bağış yapmak istiyor ama genç birinden yapılacak naklin işe yarayacağını öğreniyor. Bu bilgi tostçu beyaz dona ve yavru cekiçene fikir veriyor. Serseri cekiçenlerin en cekiçenine komplo kurup bir şekilde onun da küçük cekiçenini bir operasyonla yerinden alıyorlar. Ellerinde cekiçen ile sokakta birbirini kovalamaya başlıyorlar. Serseri çekiçenin kesilen cekiçeni için verdiği enfes mücadele, kesilen cekiçenin kamyon tekeri altında preslenmesiyle son buluyor.


      Çare bulamayan baba kendisi nakil için gönüllü olup ve artık kendisi cekiçensiz kalıyor.(evdeki sayı yine 3 cekiçen) . Serseri çekicen kendi bıçağını alıp tostçuda kendini bıçaklatmaya; baba cekiçen kayalarla oynaşmaya; yavru cekiçen yeni cekiçenini kıpırdatmaya çalışırken, psikopat anne eve geri dönüyor. Anne cekiçeni görünce hareketlenen nakilli cekiçen harekete geçince , olaylar büyüyor. Baba sinire kesiyor. Anne beyaz don ha sende ha onda mantığı ile alışkanlıklarına yöneliyor. Halinden en memnun kişi yavru cekiçen gibi görünüyor. Dayanamayan baba, beylik silahıyla kendini ve anne beyaz donu vuruyor. Bunu gören yavru çekiçen ise her şeyin sorumlusu olarak gördüğü nakil cekiçeni vurarak olayı kökünden – ama hakikaten kökünden- hallediyor. 

.............................................................................-..................................................................................






KUZULARIN SESSİZLİĞİ

GİRİŞ VE GENEL DURUM/strong>

      Serinin bu ilk filmi, Klaris’in orman koşusu ile start alıyor. Ebeveynlerindeki aşırı yağlanma probleminin genetik olduğunu düşünen Klaris, büyüyünce (evet Klaris efbiay ajanı ama, daha bir çocuk sayılır) yolda yuvarlanarak ilerleyen bir amerikalı olmak istemediği için, yoğun tempoda spor yapıyor. Koşa koşa geldiği iş yerine de ter içinde geliyor ve insanların tepkisini çekiyor. Şefi tarafından odasına çağırılıyor doğal olarak. Aslında babacan bir adam olduğundan, şef kıyafeti sorgulamıyor. Sana bi iş çıktı diyor. Bufalo Bil olayınını kast ederek, bir davayı çözmek için Hannibali görmeye git diyor. Adam yamyam. Kız ürküyor ama kabul ediyor. Neticede ekmek parasının peşinde. Oraya gittiğinde hapisane müdürü Çıltın kendisine asılıyor ve Lektır’ın arkasından ileri geri konuşuyor. İlk görüşme öncesi Barni, Klaris’i uyarıyor. Aman abla dikkatli ol, cama hohlama uyuz olur doktor falan diyor kara çocuk. Lektır ilk başta biraz beğeniyor sanırım Klarisi. Saldırgan bir yapı sergiliyor falan. İlgi duyma ve ters tepkiler, kadın-erkek işte, anlarsınız. Neyse gider ayak bir bilgi verip paket yapıp gönderiyor kızı doktor. Klaris bilgiyi şefine ulaştırıp işine donuyor. Atış taliminde iyi iş çıkarıyor ama, baskın çalışmasında sıçıyor. Lektırdan aldığı ismi araştıran Klaris, bir adrese ulaşıyor. Yer bizim Sultanbeyli’nin arka sokaklarına benziyor. Oradaki bir depoya giren Klaris bir cam küre içinde insan kafası buluyor (devamı nerde bilen yok. Hahaha).
Apar topar Lektır’ın yanına gelen Klaris, bulduğu şeyle ilgili Lektıra sorular soruyor ama Lektır’ın kafa başka yerde. Ha hapisane müdürünün dedikodusunu yapıyor, ha Klarise asılıyor ama ağzından lafı cımbızla alıyor Klaris. Birsürü insan yemiş, hala manzara, ağaç, kuş diyor psikopat.


BUFALO BİL


    Elinde dürbün karıları gözetleyen Bil, arabasındadır. Gecenin bir vakti yüksek sesle müzik dinleyerek ilerleyen gergin deriye sahip (şişko yani) bir kızı takibe alıyor. Kız arabasını park edince de, eli sakat ayağına yatıp, arabaya koymaya çalıştığı eşyaya yardım etmesi için kendini acındırıyor. Gece vakti dışarıda olması yetmiyor gibi, salak kızımız bir de dur ben sana yardım edeyim diyince tuzaga düşüyor ve Bil kızı avlıyor. Bu adama dönecez haliyle

CESET KOKUSU BURNUMA KADAR GELDİ YEMİNLE

    Bir cinayet olayını soruşturmak için şefi, ile birlikte yola çıkıyor Klaris. Gittiği evde bulunan kız cesedinin incelemesini yapıyor ve cesedin boğazında koza buluyor. Kozayı yanına alıp geri geldiklerinde , Klaris bunu biri şaşı olan iki böcek manyağı arkadaşına veriyor ve bilgi alıyor. Aldığı bilgilerle Lektıra geliyor ama Lektır’ın derdi kıza yanaşmak. Kişisel sorular soruyor. Tam Türk lan adam. Bufalo Bil’i tanıyom diyo en sonunda. Eşcinsel . O elindeki kelebek de değişim simgesi. Adam kendini kadın yapmaya çalışıyor diyor. (Şu memlekete bak arkadaş. Psikopatı bile sanatçı)
Devamında kaçırılan kızın Senatör kızı olduğu anlaşılıyor. Lektır, beni onla -senatörle- konuşturun bilgi vereyim diyor. Oluyor da…Buluşmada bir senatöre edilmeyecek hakareti ediyor. Giderayak yaptığı komplimanla da bazı hakları da kapıyor ama. (Kadınları nasıl kandıracağını biliyor bu Lektır. E adamı boşuna doktor yapmıyorlar demekki.) Daha sonra da Klaris’e bilgi dağıtmaya devam ediyor. Biraz ikili oynuyor yani doktor.
Bu arada Lektır hapisanede ama kral gibi. Yemek siparişi verip, bir yolunu bularak 2 polisi öldürüyor ve kaçıyor. Bu arada bütün ipuçlarını da Klaris’e verdiğinden Klaris de işine bakıyor. Çatışma falan derken, adamı yakalıyorlar. Klaris terfi alıyor. Pastalar kesiliyor bilmem ne… Bütün olayı Lektır çözsün terfiyi Klaris alsın. Olacak iş değil hakkaten.

................................................................................

Fihgt club






Tanıdık bir akrabanın vasıtası ile, iyi bir otomobil firmasında işe giren vasıfsız Cek, başlarda iyi para kazanmanın verdiği artislikle, birsürü takside girip, evini saray yavrusu gibi döşer. Sınırsız internetinden, plazma tv sine kadar herşeyi alan Cek, bir süre blurey filmleri indirip indirip izlese de sıkıntı basar. Hem zaten torrentlerde araştırma yapmaktan imanı gevremiştir. Gözler kan çanağı sabah işe gittiğinde iyice göze batmaya başlamıştır.Toerrntti, pornoydu, arşivdi nereye kadar? Sıkılıyor bir süre sonra tabii...Hiçbir şey keyif vermez oluyor (Helal süt emmiş bir kızla başgöz etmek gerek kanaatimce Cek'i) . Doktoruna danışmaya gider. Doktoru da , daha beter hayatlara tanık eder de imana gelir diyerekten, bunu bir terapiye yazdırır. Kanserli hastaların birbirlerini kandırarak yaşama katılma amacı güttükleri bu merkezde bulunan Cek, bir süre sonra Marla denen hatunla kesişmeye başlar. Büzüştürülmüş bir plastik bardağı anımsatan Marla da aslında kanserli falan değil ama film boyunca bunu









  • anlamak güç. Çünkü insan Marlaya bakınca aklına iki kelimeden fazlası gelmiyor: Plastik,














  •    İşler yolunda gitmez lakin. Kanserli ve hayattan umudunu kesmiş kişilerde bile bir ilerleme kaydedilirken, Marla ve Cek eski hallerinde kalmaya devam etmektedir. Kıskançlık da başlıyor haliyle ikisinde...Ne yapacaklar, millete bok atmaya başlıyorlar. Yok bu insanlar tüketim toplumunun birer kölesiymiş, yok işte efendime söyleyeyim, bu insanlar hayatını garantiye almaya adamış birer korkakmış da bilmem ne! Laf!






  • Gel zaman git zaman, Cek günün birinde şikagodan misisipiye otobüsle seyehat ederken, mola yerinde yanındaki boş koltuğa biri gelir oturur. Tek başına rahat rahat yolculuk eden Cek'in canı sıkılır. Ulan ne güzel yayılarak gidecektim, bu sarı kafa da nerden çıktı şimdi diye düşünür. O kadar gerilir ki, adamın verdiği selamı bile yarım ağız cevaplar. Yolculuğun ilerleyen saatlerinde muavinin getirdiği topkeki Cek'e uzatan Taylır sohbete başlar. İlerleyen sohbette aslında yanına oturan adamın iyi biri olduğuna kanaat getirir Cek. Taylır sabun işiyle meşgüldür ve kullandığı arabasını da geçen yıl Cek'in çalıştığı yerden almıştır. Bu vesileyle tanışan ikili, daha çok, sabun, temizlik, insanların ne kadar pis olduklarından falan söz ederler. Yolculuk biterken karşılıklı kartvizitler verilir, ayrılırlar.
    Eve döndüğünde evinin kül yığınına döndüğünü gören Cek, şok olur. Ne ailesi ne de arkadaşı olmadığı için elini cebine attığında gördüğü kartvizitteki Taylır'ı arar ve durumu anlatır. Taylır içinden al başına belayı der ama yardım da eder. Ucuz bira satan bir yere davet eder Cek'i ve buluşurlar. İki birayla kafası dağılan Taylır, bar çıkışı eline silah verdiği Cek'den kendisini vurmasını ister. Allahın bi akıllı kuluna denk gelemeyecek miyim ben diye düşünen Cek afallar. Kabul etmeyince bir kavga başlar aralarında. Dayağı yiyen Taylır, şaka ettim yiğidim diyerek olayı örtbas eder ve Cek'i alıp evine götürür. Ev dediysek yanılmayın a dostlar! Bildiğin kümes. Hayvan bağlasan durmaz. Kendi kendine attığı dayak ile işten de ayrılınca çaresiz kalan Cek, Taylır'ın yanına taşınır. Kendi psikopat yaklaşımına Cek'i de alet eden Taylır'ın öncülüğünde, it-kopuktan müteşekkil bir dövüş klübü kurulur. Birbirini pataklayarak rahatlayan bu klüp büyüdükçe olaylar hız kazanıyor. Marla da ara ara eve gelip gidiyor, kiminle yattığı belli değil. Sahiplenme duygusundan arınmayı ilke olarak benimsediklerinden iki erkek de ses çıkarmıyorlar tabii... Marlanın da canına minnet. Ha onla, ha bunla....(Plastik bardaktaki aşınma artıyor!)
    Zamanla gemiyi azıya alan Taylır'ın kıyamet projesinden haberdar olan Cek, çok sinirlenir. Proje, bankaların havaya uçurulmasıyla silinen hesaplar ve özgürlüğünü kazanan benlik fikri üzerine oturtulmuştur.  İşlerin iyice raydan çıktığını, klübün anormal büyüdüğünü, evin eşkiya kaynadığını falan uygun bir dille Taylır'a anlatmaya çalışır ama dinletemez. Hatta Taylır bir ara Cek'in elini mutfak tezgahında porçözle yakar o sinirle. Kurtuluşun Taylır'dan kurtulmayla mümkün olduğunu anlayan Cek, elinden geleni yapmaya çalışır. Durumdan polisi haberdar olunca gerçek kıyamet kopar....Sonu da sürpriz


    ................................................

    No cOUNTRY for old men



    Kovboy olan adam,yine ava çıkmıştır.Baya yol alır.Sonra bi bakıyor ilerde arabalar jipler falan filan....Yvaş yavaş yaklaşıuor bu taam mı..Bi bakıyor heryerde ölüler..çatışma mı olmuş aceba diyor içinden.her yer kan gölü,ölmüş köpekler falan...araştırmaya devam eder .Bir pikapın arkasında tonla para bulur.Doldurup heybesine gidecekken bi aracın içinde birini görür .Ölmemiştir.Adam yana yakıla allah rızası için biraz su der ama vicdansız kovboy vermez.Döner gider.Eve gelir.Karısı var evde.Naber falan der,küfürlü konuşur.Kadın temiz konuş der.Ufak bi kavga çıkar ama kısa sürer.Gece uyku tutmaz kovboyu.Kalkar 1 bidona su doldurup adama gider.Oraya vardığında birileri gelir olay yerine.Bu gizlenir.falan.Kaçmaya başlar oradan.Bunun peşine hem polis hem de bi psikopat düşer.Bööle saçları düz,anasını kesmiş bi tip.Elinde bi tüp var onla geleni gideni avlıyor keklik gibi.Yazı turayla adam vuruyo elin gavuru.Çıplak ayakla betona basıyor.Adeta sansar gibi yaklaşıyor.Hasta da olmuyor allahsız.
    Kaçma kovalamaca derken bayaa adam ölür.Kavga vurulmalar kendine iğneler yapmalar kan man....iğrenç şeyler bunlar...Psikopat parayı ele geçirmek için cok çabalıyo ama alamıyor-yoksa alıyor muydu?-neyse..karısını vuruyo adamın en sonunda.Kocana söz verdim ondan vuruyom sen diyo.Final sahnesinde polis şefiyle babasının sohbetleri var. Pek bişey anlamadım ama sanırım erotizmle ilgili konuştular.ha bi de ondan önce kaza sahnesi var süper.Kontrolsüz kavşakta ışık ihlalinden oluyor...Psikopatın kolu kırılıyor.Bi gömleğe 100 dölar veriyor mal.Öyle de savurgan yani.

     --------------------------------------------------------------


    Beautiful Mind, A (Yakışıklı loblar)

    Amerikanın bir üniversitesinin matematik bölümünde, kıyasıya bir mücadele vardır. Aralarında Neş’in de bulunduğu bir grup genç, adeta birbirini geçmek için and içmiştir. Diğer çocuklar rekabet halinde ama, Neş’e özel bir uyuzluk söz konusu. Fener şampiyon olmasın da kim olursa olsun mantığındaki fanatik Galatasaray taraftarları gibi, Neş’in rakipleri de, Neş olmasın da, kim başarılı olursa olsun diyorlar adeta. Tabii bu Neş’i ayrıca gazlıyor. "Anan.zı skmek şart oldu sizin pezevenkler" diyor içinden Neş.
    Bir gece arkadaşlarıyla barda eğlenmeye çabalayan Neş, arkadaşlarının sarışın bir kıza karşı gösterdikleri tepkiye şaşırıp kalır. Nevri döner Neş’in. "Ben bakmayacam ulan" diyerek kendini zorlar ama, hatun süt gibidir. Bakmadan da edemez. Arkadaşlarına döner ve "adam yanılıyordu lan!" der. "Hangi adam?" derler. Adam Simit lan der, yanılıyordu. Arkadaşları dalga geçerek gülmeye başlayınca iyice sinirlenen Neş, aklına ne gelirse sayıyor ve şans eseri bir teoriyi de bulmuş oluyor. Şans işte.
    Neş'i tanıyalım:
    ( Delilikle dahilik arasındaki ince çizgiyi hepiniz duymuşsunuzdur. Neş, işte o çizginin üzerinde dengede durmaya çalışan bir matematikçidir. Matematik yapar, tamir eder, bakımını yapar. Henüz genç yaştayken çok büyük bir keşfe imza atmış, fakat bunun büyük bir keşif olduğunun ayırdına varamamıştır. Bütün büyük adamlar gibi, Neş de kendi değerinin farkında değildir. Küçük bir çocukken, anne babasının öğütlerini tutmayan Neş, büyüyünce de değişmez. Arkadaşlarının “Bu kadar düşünmenin sonu iyi değil Neş, insan içine çık lan azıcık, hayvan gibi oldun yemin ediyorum. O nasıl yürüyüş lan öyle ördek gibi?” laflarını kulak ardı eden Neş, en nihayet şizofreni illetine bulaşmıştır. Pek zengin sayılmayan Neş, tedavisinin yalnızca Almanyada ve çok pahalı olduğu öğrenince rahatsızlığını çekmeye karar verir. )
    Üniversiteden pekiyi ile mezun olan Neş, diploma parası vermeyecem lan diye inat edip diplomayı alamasa da, ordu adına çalışmaya başlar. Şifreler falan veriyorlar Neş’e , o da çözüyor. Bir taraftan da okulda eğitime devam eder. (Bi punduna getirip, diplomasını bedavadan kapma peşinde bana sorarsanız) …..Neyse, aha Neş şifreyi çözdü, aha bunu yapsa yapsa Neş yapar diyerekten iyice şişirilen Neş’e artık ordunun şifrelerini çözmek de yetmez. İlla dünyayı kurtaracaktır. (-Lan oğlum bi dur!- Yooook!) Evlendiği karısına da gizli işinden bahsetmez. Birgün hastalığı anlaşılır. Doktor senin kocan deli deyende Alişya yıkılır. Hastaneydi, şok tedavisiydi derken Neş taburcu olur ama, yarım aklı da gitmiştir artık. Evde yüz havlusu gibi yaşamaya başlıyor çaresiz. İki de hayali arkadaşı var Neş’in. Ara ara dolaşıyolar, çay falan içiyolar.
    Neş ilerde hastalığını mecburen kabul ediyor (az daha bebeyi boğuyordu küvette angut). Tamam ya tamam hastayım ben. Tamam anasını satayım deliyim ben diyor karısına da, öyle kurtuluyor. Hayatının son demlerinde üniversitede kürsü veriyorlar Neş’e…(Madem gel burada otur, ama camları çiziktirme tamam mı? Al sana kağıt kalem, diyorlar.) Final sahnesinde de, alamadığı diplomasını eski arkadaşı onun için alıyor. Diğer arkadaşları da topluyor ve Neş’e kalem yardımında da bulunuyorlar. Arkadaşlık böyle bir şey işte.

    ----------------------------------


    The Curious Case Of Benjamin Button ( Benjamin Button'un terslikleri)



    Amerikanın en bahtsız köylerinin birinde, kadının biri doğum yapıyor ve ölüyor( Yazık lan fakire). Babası, hem bakamam diye düşünüyor, hem de Benjamin- allahın gücüne gitmesin ama-aşırı radyosyana maruz kalmış bir ördek yavrusu gibi doğuyor... Yüzüne bakılacak gibi değil, mideniz kalkar, o derece, buruş buruş... Babası olacak vicdansız köpek, Benjamin'i götürüp bir Kunta Kinte'nin evinin kapısına bırakıp, kaçıyor. Kunta kintelerin çoğu gibi, bu kadın da çok içi yanık. Alıp besliyor yavruyu. Ev, huzurevi gibi bişey. Benjaminin derdi, yaşlı doğması...Küçücük çocuk alkol falan alıyor yani inanılır gibi değil... 4 yaşında yorgunluk; 10 yaşında romatizma; 50 yaşında sivilceler ve ergenlik; 65 yaşında ise altına kaçırma gibi belirtilerden anlıyoruz ki, adam şeytan gibi bişey...gençleşiyor yani...ters..
    40'lı yaşlarında mı ne, bir barda içerken, biriyle tanışıyor ve sonradan anlıyor ki bu kişi babası. Niye bıraktın kaçtın la beni? falan diyo...Babası, bırak şimdi bunları Benjamin olan oldu diyor.Uzatmıyor Benjamin...
    Filmde bir de kader sahnesi var..Etkileyici bir sahne ..Bence bu sahneyi izleyen herkes, kendinden bir parça bulabilir. (Ben işe geç kalan adamda kendime yakın bir şeyler buldum ama ifade etmekte güçlük çekiyorum. Sanırım benim de sakal traşı olmam gerekiyor.) Sahne genel olarak, kader kelimesine vurgu yapıyor çaktırmadan. Boşuna debelenmeyin, olacak olur demeye getiriyor.(bir tür İsrail oyunu olabilir, tam bilemedim, devrimci yoldaşlara bir sorayım bunu)
    Kadının biri, evden çıkarken mantosunu unutuyor(manto: uzun olan).Onu alacam diye dönerken, telefon çalıyor. Taksi çeviriyor; başkası kapıyor. Başka taksici mesai saatlerinde kahve içtiği için gecikiyor, Saatini kurmayı unutan adam, geç kalıyor, Paketlemeyi yapacak kız işe gelmiyor... yola kamyon falan çıkıyor durmadan...ve bunca aksilik nedeniyle balerin kıza araba çarpıyor. Ve yönetmen bize şu mesajı veriyor: Herkes kapısının önünü süpürse deyziye araba çarpmazdı.. Bak şimdi! Holivıt bazen çok tuhaflaşıyor yea!
    Huzur evindeyken( Benjamin 60-70; kız 10-12) sübyancı bir ilişki olarak nitelendirilebilecek bir tür ilişki de yaşar Benjamin. Kız arkadaşı vardır yani...Sonradan evleniyolar mı ne? Neyse kız günden güne yaşlanırken kendisi sürekli gençleşir. Bu garip durum son tahlilde sevgilinin altını değiştirmesine kadar yol alıyor ki.. bayaa soğuyor kız Benjaminden...

    --------------------------------------------------




    Bad news (Kadere karşı gelemezsin)

     
    Amatör kümeye düşmek üzere olan 12 yaş grubu beyzbol takımının başına, devletin eski hükümlü kadrosundan, Moris atanır. Kokodan 3 yıl yatmış ve alkol tedavisi görmüş olan Moris'in en gıcık olduğu iki şey, çocuk sesi ve beyaz leblebidir. Kasaba halkının tüm olumsuz tavırlarına karşılık, Moris direnerek kendini zor da olsa, kabul ettirmeye çalışmaktadır. Cocukların gürültüsünden -cehennem azabı gibi gerçekten- bir nebze kurtulabilmek amacı ile, SBS(Sessiz beyzbol stili) diye bir sistem uyduran moris, onlar beyzbol oynarken votka koyduğu su şişeleri ile huzur bulmaktadır. Mahallenin kopukları, zamanla Moris ile ilişkilerini ilerletirler ve artık antrenman zamanlarında, çaktırmadan Moris ile demlenmeye başlarlar.Yine çilingir sofrasının kurulduğu bir gün, yedek kulubesinden su yerine votkayı kapıp, bir dikişte içen Grek, alkol komasına girince, Moris artık Misisipi caddesinin aşağıda barınamaz hale gelir. Çok enteresan bir film.(Aslen enteresan kelimesinin kendisi bile enteresan)

     Yönetmen: Riçırt Cingılbe
    Oyuncular:Bili Tap Torıntın, Grek Kanır, Marsilya Gey
    2005 yapımı--Komedi--Üçyıldız

    ------------------------------------------------



    Mulholland dr (Doktor mulhollınt )


    Film ergen çocuklar gibi cicilibicili kıyafetler içinde dans eden insanlar ile start alıyor ve ilk 400 metrede en yakın rakibine 3 at boyu fark atıyor. Sonrasında bir araba kazası sahnesi var ki -benim özel ilgi alanıma girer- gerçekten büyüleyici. Yarış yapan mahallenin zibidileri bizimkilerin arabaya çarpıyor. Kadın içinden sağ çıkıyor( kim olduğu belirsiz). Topuklu ayakkabıları ile tıkır tıkır sıvışıyor, çünkü az önce söylemeyi unuttum kaza olmazdan önce az daha vurulacaktı.. Bir evin bahçesinde sabah ediyor. Evin sahibi teyze, seyahate çıkarken bir punduna getirip eve yuvalanıyor bizimki. Sonra bi kafeterya sahnesi var ki evlere şenlik..adam rüya görmüş de bilmem ne...araya araya rüyasında gördüğü adamı buluyor. Adam soba borusu temizlemiş kapkara bişey. Görünce bayılıyor bu..
    Herkes kazadan kurtulan kadını arıyor nedense...Sonrasında başka bi kız giriyor filme. Sarışın. Fena değil.(yani benim tarzım değil de...idare eder.. diğeri daha iyi...en azından esmer)Seyahata çıkan kadının yeğeni...o eve geliyor ki bir de ne görsün esmer kız banyoda çırılçıplak. Sen kimsin la? diyor o da hafızasını kaybetmiş ya Rita diyor. O ara teyze evini arıyor yeğenine hoş beş derken Rita kim la diyor tanımıyorum. Allaaa başlıyor esrarengizlikler...Ritada balya balya para var ama neden var bilmiyor. Banka veznedarı gibi doldurmuş çantasını ama sorsan bilmiyorum diyor...
    Filmin bundan sonrasını izleyin derim ben anlatmayayım ama bazı ip uçları vereyim. Başta Rita ile sarı kız Dayen diye bi hatunu arıyor. sonra Rita, Kamile(Camilla) oluyor; sarı kız da Dayen(Diane)...Sonra Dayen aslında betiymiş(Betty) madem. Kamile de diğer kızmış...Valla kıllık olsun diye yazmıyorum..benim anladığım bu. Ha bu arada filmin bi yönetmen karakteri var ayyynı şöhretsıçan.
    Evet ne diyordum?

    -------------------------------------------



    Gladiator (Arıza çocuk maksimus)


    Küçükken ateşli bir hastalık geçiren Maksimus, büyüyünce General olacam diye tutturunca, anne babası tarafından Milli Eğitim Bakanlığına bağlı özel bir kursa gönderilerek profesyonel savaşçı eğitimi alır ve diplomasını alır almaz da, imparatorluk içinde iş bulup hızla yükselir. Onun hızlı yükselişi, başta tahtın varisi komodus olmak üzere çakalları ürkütür. Komodus bakar ki bu maksimusla başa çıkamayacak, ailesini kireç çukuruna atar. Ailesinin ölümünün ardından Maksimusu da kölelik hayatı beklemektedir. Arenaya gönderilir. Bir süre Uğur Dündar'ın yanında kameramanlık eğitimi aldıktan sonra gladyatör olarak yetiştirilmeye başlar. Baya bi adam boğazladıktan sonra iyice azmanlaşan Maksimus, Romadaki büyük turnuvaya katılmak için yola çıkan kafileye dahil edilir. Romaya döndüğünde aklında sadece 2 hedefi vardır. Ailesini katleden Komodus'u öldürmek ve aşırı yağlanan göbek bölgesine liposakşın yaptırmak.
    Maksimus arenalarda geçen onca yıldan çok önemli bir gerçeği öğrenerek çıkmıştır: El elin eşeğini türkü çığırarak arar. Neden derseniz, Maksimus'un intikam yeminine eskiden dost bildikleri tepki dahi vermemiştir.Ulaşmaya çalıştığı tüm arkadaşları numaralarını değiştirmiş ya da başka şebekeye geçiş yapmışlardır..hem de 20-30 kontöre...rezalet yani...
    Liposakşın işini bir tanıdık vasıtası ile vadeli halleden Maksimus şimdi intikamının peşindedir. (Romadaki en büyük arenada bir halk kahramanı olabilirse, imparatorun varisi komodus'u öldürebileceğini düşünecek kadar büyük hasar görmüş kafa anlayacağınız.)
    Final sahnesinde Maksimus bir gladyatörün ağzını burnunu kırmış, elinde kılıcı, gözleri locada, Komodus'un kararını beklemektedir. Komodus'un yukarı bakan baş parmağı aşağıya doğru dönünce kılıcını yana atan Maksimus, Ulan arkadaş ne yapsak yaranamıyoruz, küçük çapta bir ordu katlettim lan ben burda, yine neyi beğenmedin egosu şişkin pezevenk! diyerek zeka düzeyini ve aldığı kofti eğitimin hakkını vermiştir. İşaretinin yalnış anlaşıldığından habersiz Komodus sinire keserken; halk Maksimusun merhamete geldiğini sanıp taşkınlık başlatmıştır. Sonrası malum, istenmeyen görüntüler, çevik kuvet, biber gazı ve gözaltılar...Klasik!

    ------------------------------------------------



    SONBAHAR


    Yusuf ,22 yaşında cezaevine girip 10 yıl yattıktan sonra bazı sağlık sorunları nedeni ile-midesi aşırı asit pompalıyor-tahliye edilen eski devrimci yeni dinlen-geç'tir.Cezaevinden çıkışını kimseye bildirmeyecek kadar gurur yumağı olduğundan,bir elinde valizi,diğer elinde Burak Kut posteri ile otobüse atlar ve koyune doner.Koyden uzak kaldığı sure içerisinde babası olmus,annesi olmemistir.Kadın oğluyla surekli latince iletişim kurmak istediğinden, oğlu sabahları anasının sesini duymamak amacıyla sessizce bahcedeki oturaga gidip uyuyor numarası yapıyor.
    Yusuf kafayı dinlemek istiyor fakat koyluler kendine eglence aramakla mesgul oldukları için ,Yusuf'u 1 dk yalnız bırakmıyorlar.Saçma sorular soruyorlar ona.Çok kızıyor Yusuf.
    Yusuf'un tek arkadası olan Mikail(Michael)ise marangozluk yapıyor.Tum isleri geç bitirmesi ,hatta çogunlukla bitirmemesi ile unlenen Mikail ara ara filmin elit gidişine renk katan kufurler de savuruyor.Yusuf rahatsız oldugu için annesi ona ballı süt yapıyor,o da içiyor ,naz etmiyor yani...ara ara sigara içmeye çalışan Yusuf'un bu konuda pek başarılı olamadığı filmin başlarında anlaşılıyor.
    Mikail, 40'ına merdiven dayayan her arkadaş gibi uzun sure gormediği dostunu çalgılı meyhaneye goturuyor.Orada fahişelik yaparak geçinen Eka ile tanışıyor Yusuf.Eka Yusuf'a;Yusuf Eka'ya baka baka muhabetten zerre keyif almıyorlar.Eka dudaklarını buzuyor;Yusuf sigara içiyor.Mikail ,kadın yuzu gormeyen arkadasına kıyak olsun diye otelde kalmayı teklif edip ,akşamına da Eka'yı Yusuf'a yolluyor.Eka odaya girer girmez Yusuf'a atmaca gibi atlıyor.Yusuf kızıyor."Yavaş lan!" diyor."Ben atlayacaktım tüm ambiyansın içine ettin "diyor.Kız alınıyor.Yusuf yan gozle hatuna bakıyor.Ayıp mı ettik acaba diye düsünürken uyuya kalıyor.Kız sigara içiyor ,Yusuf uyuyor.Sabah uyanan Yusuf,Ekanın 1 paket sigarayı emdiğini gorunce cok uzuluyor.Bu uzuntusunu dolaylı yoldan "sen uyumadın mı?" diyerek gidermeye calışıyor.
    O sinirle koye donen Yusuf ,tum hırsını sabah gordugu bir ilkokul cocugundan cıkarıyor.Sana matematik ogretecem diye tutturuyor.Sabi ne yapsın,kabul ediyor.Bir sure de bu işkence suruyor.Anası bu arada latince konusmayı surduruyor,ballı süte devam ediyor.Yusuf bunalıma girdiği bir an sinirle Mikail'e gidiyor ,araba anahtarlarını alıyor.Yolda hızla giderken duydugu bir ses nedeni ile birden sağa çekiyor.Kaportayı açan Yusuf'un gordugu manzara,bir culsuz için korkunçtur.Uzun zamandır arabaya bakım yapmayan Mikail'e bir de Yusufun hoyrat kullanımı eklenince aracın egzantirik zinciri kopma noktasına gelmiştir."Bu arıza bana patlamasın aman diyim "diye dusunen Yusuf ,hiç ses cıkarmadan arabayı teslim eder ve kaçar.
    Ara ara carsıya inen Yusuf Eka'yı gorur ama ,bir numara olmaz .Filmin sonunda da ayrı dunyaların insanları olduklarını kavrayan Eka, yurtdısına topuklarken,Yusuf ıslanma pahasına deniz kenarına giderek, denizi izler.Hasta olur ve ölür.


    --------------------------------------------------



    Varşovada Kadın Olmak


    Bu yıl ilki olmak üzere, 8 Mart dünya kadınlar gününe aykırı davranan kitlesel örgütlerin tertibi ile, 9 Martta bir dizi etkinlik yapılacak. Bu etkinlikler çerçevesinde çeşitli müzikaller ve tiyatro gösterilerin yanı sıra , bir de film gösterimi düzenleniyor. En aykırı örgüt ve en dikkat çekici etkinlik ise, şüphesiz, Amerikalı ünlü yönetmen Kevın O’Brayn’ın, “Varşovada Kadın Olmak” adlı eseri… 8 Mart emekçi kadınlar günüdür, baba parasıyla şirket sahibi olan zillileri kapsamaz örgütü, Harbiye Açık Havadaki gösterime elleri çamaşır suyu kokan kadınları ücretsiz alırken; erkek arkadaşı ya da eşi tarafından bileti alan kadınlara ise girişteki standta ücretsiz olarak üzerinde Dünyanegüzelnegüzel yazılı tişörtler dağıtıyor.
    Kısaca filmin konusu ise şu şekilde:
    Kimlik bunalımı yaşayan insanların yılmışlıkları ile (Hükümet yeni bir kanunla, kimlikler değiştirilecek diyor ama, devlet dairelerinde iş yapmak olanaksızlaşıyor), teknolojik gelişmelerin ürkütücülüğüne vurgu yapılan film, Doğu Avrupanın en sarsıcı başkentlerinden birinde- Varşova’da –geçiyor. Ortalama 12 yılda bir orta şiddette bir deprem yaşayan başkentte, insanlar biran önce teknoloji gelişse de kurtulsak diye düşünüyorlar. 1200lerde kurulan Varşova, dünyanın kültür mozaiği olup olmamak arasında gelip gidiyor. Yazarın en olgun yapıyım dediği filmin ana kahramanı Herma adlı kadındır. Kadın tüm bu sıkıntılar yaşanırken, evinde yalnız başına, boş çamaşır suyu kutusuyla konuşmaya başlıyor ve sürekli içiyor. Film bir barda ve bir evde geçiyor. Ya da Herma’nın evinde amerikan bar var, tam bilemedim ben.


     -----------------------------------------------------


    Matrix


    Güdüzleri, insan içine çıkan ve büyük bir yazılım şirketinde çalışan niyu, ekonomik kriz nedeniyle düşen maaşını geceleri hekırlık yaparak telafi etmeye çalışan bir arkadaşımızdır. O ara her yerde, Matriks sözü geçince, acaba hatun tavlama falan mümkün mü diyerekten araştırmaya başlayan niyu, zamanla bayağı ilerleme kaydeder. Tvitırda, sağda solda da matriksi çözdüm diye yazınca, başı belaya girer. Bir gece bilgisayarına gelen bir mesajla gecenin bi vakti tavşan avına çıkar. Olaylar gelişir. Biri bunu arabaya falan atıyor. Arabada da silahlı adamlar var. Aç lan karnını bişey var orda diyolar. Bu korkuyo (ne oldu niyu, davşan avı falan diyodun?) abi ben ne ettim allasen size falan diyo ama adamlar dişli...uzatmayalım, niyunun göbek deliğinden kocaman bi bücek çıkıyor. O kadar serkeş bir hayat yaşıyor ki, yıkanmıyor pezevenk. Göbek deliğindeki pamuklardan organizma olmuş lan deyip utandırmamak için, çip bu çip deyip çıkıyor işin içinden adamlar.
    Morfiyus'a getirilir. Çünkü onu ancak, o, ikna edebilir yıkanması için. Bi hap veriyor niyuya morfiyus. Niyu kafayı bulunca bunu ilaçlı suyun içine atarak dezenfekte ediyorlar. Saçını sakalını kesip, bitten de arındırıyorlar. Çok zengin olamadıklarından kötü yemek veriyorlar ve boktan kıyafetler veriyorlar ama insancıl kişiler gerçekten. Daha sonra bilgisayardı, sistemdi, yalan dünyaydı...bir bir anlatıyor niyuya herşeyi morfiyus. Bu ne lan diyor birgün morfiyus niyuya (elinde demirden,küçük bir çubuk var), niyu da ne desin, küçük çubuk diyor. Morfiyus sıkıca tutturduğu niyunun burnundan içeri zorla çubuğu sokuyor. Acı içinde kıvrranan niyuya bir daha soruyor. Ne lan bu? İşkence aleti abi diyor niyu acıyla. Anladın mı şimdi matriks neymiş? diyor morfiyus. Anladım abi anladım diyor garip...
    Ortama alışan Niyu, cılız bi tip olduğundan kavga etmeyi, ilk hareketi yaparak rakibini şaşırtmayı falan öğretiyorlar ortamda buna. Hızlı kavrıyor niyu. Hatta bi simülasyonda, şakasına kavga ederken Morfiyusu kötü döven niyu alkış alıyor.(Morfiyus ana avrat küfür ediyor falan içinden) Ama daha sonra kötü adamların eline geçen Morfiyusu da niyu kurtarınca abi kardeş oluyorlar yeniden..
    Tanıtımını yazmanın güç oluğu bir filmle karşı karşıya olduğumuzdan bazı ayrıntıları kısa geçiyoruz:
    TRİNİTİ: Morfiyus'un eski kırığı..Niyunun oluyor zamanla..öpüşmeler falan, anlarsınız işte. Hoş kız. Az erkeksi ama, zararı yok.
    TANK: Askeri bir ailenin çocuğu. Fazla gelişkin. Aç gözlü.
    KAHİN: Birşey bilmiyor. Anca kurabiye, tatlı..başka numara yok!
    FARE: Tek kafa adam diyebilirim. Yazılım uzmanı ama donanımdan çakmıyor.
    AJAN SİMİT: Morfiyus'un memleketten hasmı. Sonrasında iyice azıtıyor tabii. Esniyor, bölünüyor, iyi bileği var, akıllı, hızlı...her bok var. Neden ve nasıl öldüğü muamma.

    BÖCEKLER:
    Sürü halinde geziyorlar. Algıları güçlü. Işığa geliyorlar. Sineklik fayda etmiyor. DDT kısa süreli bir çözüm. Yuvasında kökünü kurutmak gerek. İlaçlama şart.

    -----------------------------------------------



    Mr And Mrs Smith


    Con (Bred pit) ve Ceyn (ancelina coli) Simit (sırasıyla)yakışıklı ve güzel Amerikalılardır. İdealistlerdir. Con tuttuğunu koparır. Ceyn ise, yaradılışdan ileri gelen bazı özellikleri sebebi ile -memeleri falan- birşeyi koparması için tutması gerekmeyen bir kişi ya da dişidir. Görünüşte son derece normal ve mutlu bir evlilikleri vardır.Örneğin kadın, olur olmadık yerde kocaya öpücük verir ; koca ise arada yemeklerde kadehleri getirir, şarap açar, burnunu karıştırmaz falan...ideal evlilik yani...
    Filmin ana konusu, Con ve Ceyn'in içine düştükleri karmaşayı ele alıyor. Düştükleri bu karmaşık hal, aynı zamanda evliliklerini de test edecekleri bir oyuna dönüşüyor. Bu karmaşanın doğuşu ise aslında ikisinin de yalançı olmalarından kaynaklanıyor. Bir şirkette ön muhasebede çalıştığını söyleyen Con ve temizlik şirketinde çalıştığını söyleyen Ceyn aslında birer katildirler. Ufak tefek pis işlerle evlerinin rızkını çıkaran ikiliye verilen yeni görev, ortalğın karışmasına sebep oluyor. Bu yeni görevde, rakip firmalar için adam boğazlayan manyak çiftimiz, birbirlerini avlamak zorundalardır. Karısının dırdırından bıkan Con için bulunmaz bir görevdir aslında. Ceyn ise ev işlerinden bıkmıştır artık. Hergün gömlek ütülemekten gına gelmiştir...Kısacası onun da işine gelir bu durum..
    Klozte elektirik bağlamak, buzdolabının içine timsah yerleştirmek gibi akıl almayan yöntemler deneyen çitin aklına, nedense, işten çıktım deyip, 1 hafta evde oturduktan sonra, dikkati dağılan eşi yatakta boğazlamak gelmiyor.
    Filmde ateşli silah sahnelerin yanına, yönetmen olacak zat-ı muhterem (Dag Liman), bir de ateşli sevişme sahnesi eklemiş. (Aslında pek de ateşli sayılmaz. İki kişinin birbirini döverek sevişmeye çalışmaları ilginç olmuş fakat, şahsen benim fantazik fikirlerimle paralellik arz etmedi) Ayrıca evli çiftler -ki tek evli olmaz zaten-birbirlerine bu şekilde davranmamalı.Con, bence karısına o şekilde vurmamalı...Gerçi Ceyn de yatakta erkeğine tokat atıyor ama, ne de olsa o bir kadın, vurmak yalnış yani..Olmadı bi uyarırsın.. Brede yakıştıramadım.
    Yönetmen: Dag Liman

    -----------------------------------------

     

    I'm a legend

    Rabırt, dünyayı yok eden bir salgından kurtulan tek kişidir ve ne kadar ilginç ki, Amerikalıdır. Bi tane de köpek var yanında alman kurdu, sanırım dişi, iyice inceleme fırsatım olmadı. ama o da hastalanmadan kurtulmuş bi şekilde. Rabırt, bomboş nivyork caddelerinde, istediği arabaya biniyor, istediği eve dalıp zulaları patlatıyor. Filmin bi bölümünde de, bi cd dükkanına yerleştirdiği manken kızı kesip, kasadaki hayali arkadaşı ile muhakeme yapıyor. Yalnızlık allaha mahsus derler ya... o hesap Rabırt da kafayı ısıtmış baya anlayacağınız. Kurt köpeğine sebze yedirmek ve Bob marley dinlemek dışında küvette uyumak ve çamur içindeki ayakkaplarını giysilerinin üzerine koymak gibi ilginç bazı huyları da var Rabırtın.
    Liman gibi bi yere kurduğu radyo sistemiyle-Amerikalılar radio diyorlar malumunuz- ara ara yayın yapıyor. Hergün başka bi arabayla gelip kontrol ediyor, ama ses seda çıkmıyor. Bilimsel deneylerini evinin bodrum katından yürüten Rabırt, aslında bi nevi farelere ve şekilsiz mutant denen zombilere işkence ediyür. Tüm Amerikan film kahramanları gibi kaslı olan Rabırt, ara sıra kendine bişeyler enjekte ediyor ve bunu sen ben gibi değil; tam bir Amerikalı gibi koluna çakarak yapıyor. Halbuki kendine eziyet etmek dört kitapta da günah olarak bilinir.
    Her neyse, Mutantlarla bir kapışma sırasında kendisi yaralanınca köpeğini çatışmadan koruyamayan Rabırt, onun ölümüne neden oluyor. Ama köpek de hiç söz dinlemiyordu bence...bizim oralarda böyle köpekleri kötü döverler, ama Rabırt amerikalı olduğu için farkını ortaya koyuyor ve mutantlaşan köpeğini kendi boğuyor sadist. Ondan sonra da olaylar büyüyor -kocaman oluyor-. Sonra 2 kişi daha kurtulmuş madem, onlar da geliyor falan filan....Kurtarıyolar bunu...(bu arada annem bana baklava ikram ettiğinden filme odaklanamayıp 3-5 dk sını kaçırdım....)yeniden filme odaklandığımda insanlığın kurtuluşunun Rabırtın kanı sayesinde olacağını duyup, filme olan inancımı bir nebze yitirsem de, tavsiye etmekten geri kalmam. Neden? Çünkü ben hiçbir şeyden geri kalmam.
    -Aferim oğlum sana.
    -Sağol sör.
    YÖNETMEN:FRANSİS LAWRENS

     ----------------------

     

    Halime'nin hayal dünyası

     

    Küçük yaşlardan beri en büyük hayali olan gemi kaptanlığı için çalışan Brus'un(mila yahoviç)başından geçemlerin anlatıldığı bu film 1960'ların Amerikasında geçiyor.Film boyunca Brus kaptan olmayı kafasına taktı ya..bi oraya bi buraya koşturup duruyor.Annesi Dona(bo derek)bu durumdan çok rahatsızdır."senin götünde kurt mu var allasen Brus? beş dakka otur allahın adını verdim,nevrim döndü lan"diyen annesine Bruce sadece gülümsüyor.Dona'nın asıl isteği oğlunun adam akıllı sigortalı bir işe girip o saçı sakalı kesmesidir.Anne bu benim hayata karşı tavrım tamam mı,karışma bana diyen Brusa annesi,"senin dünyaya olan tavrını zkiim sorumsuz pezevenk"diyor.Ne kadar çok konuşuyorlar yav

    Brus'un sevgilisi rolünde geçen yılın umut vaadeden kadın sanatçısı ödüllü mişel fayfır(mişel)var.Brus ile çeşitli sorunları olan mişel aslen malatyalıdır ve filmde sürekli yabancılarla düşüp kalkan onursuz bir devrimci rolündedir.Brus'un gemi kaptanı olmak için biriktirdiği parayı kaybetmesi ile film level atlıyor ve dinanizm kazanıyor(F x (2πr) = N. a).Enerji açığa çıkıyor resmen.brusa uçan daire çarpması ve yerde debelene debelene beyninin burnundan çıktığı final sahnesi görülmeğe değer.
    Ülkemizde de 38. mi 39. muydu neydi... film festivalinde de gösterime girmiş ve en iyi görüntü yönetmeni dalında ödül almıştı..2100 dk ne çeksen ödül alırsın a.q.
    Suçlu düzene yönelik amansız bir eleştiri...gerilim-dram dozu mükemmel ayarlanmış çift kaşarlı bir tost adeta!!!
    Örli Grey -- The Washington Post

    ----------------------------------------0--------------------------------


     

    Film Tanıtımı: LEON 

    Film, gerçekten hayal kırıklığı ile start alıyor. Acemi kameraman yaklaşık 2-3 dk’ lık bir çekim boyunca zum ayarının yapıldığı düğmeyi bulamayınca, konuşan iki adamın, deri altı çatlaklarına odaklanıyoruz. Neyse ki seste problem yok…
    Başrolde oynayan adamımız leon (Jan Reno) , kiralık katil. Öldüreceği adam için para alıyor. Hunharca öldürüp, ispatı olarak da , ha kulak, ha fotoğraf, ha parmak ne bulursa artık alıp getiriyor. İşi bitince, kalan paranın yarısını veriyorsun. Kiralama sona eriyor böylece. Üstelik depozito da yok. Neyse, Leon bir gün eve doğru gidiyor. Bol bol günlük süt istiflemiş bakkaldan. Apartmanda bi kız çocuğu var, onu görüyo. Kız babasından dayak mı ne yemiş, sorunlu aile falan işte…sigara içiyor el kadar sabi. Bi de babama söyleme diyo buna. Baba da uyuşturucu işinde mi ne. Birileri tehdit falan ediyorlar bunu bir sonraki sahnede. Bi işe hile mi ne karıştırmış, öyle bir şeyler işte. Adamın biri kaniş köpeği gibi kokluyo bunu, yok la bu yalan konuşmuyo diyo yanındakine. Yarın 12 de bana bul yapanı diyip gidiyo. Baba da o sinirle sabiyi tokatlıyo. Bizim Leon da kapı deliğinden izliyor bunları sinsi gibi. Sabinin adı Matilda. Aile ise, ileriki sahnelerde kendini belli ediyor. Evden kareler. Küçük zavallı bi kardeş, fahişe bir üvey anne, uyuşturucu satıcısı baba, koca götlü abla…kadro süper gerçekten. Sirk gibi.
    Ertesi gün, Matilda apartmanda Leon’u görünce sana süt alayım ben iyisimi diyip markete gidiyor. Filmde, süt-kız-Leon- arasında gizli bir şifre var sanırım ama ben çözemedim. Saat 12. Ne oluyor? Ne olacak, saati kurmayı unutan babanın evine belalı tipler geliyor. Yakıp yıkıyorlar ortalığı. Hamamböceğini bile sağ bırakmıyor vicdansız gavurlar.
    Evden giderlerken Matildayı es geçmiş oluyorlar. Ona da işte Leon sahip çıkıyor. Biraz arıza bir kız olan Matilda, zamanla kendini belli etmeye başlıyor. Adamın tek zevki çiçeği ve sütü. Başka bi numara yok. Baygın gözlerle etrafına bakıyor. Arada şınav falan çekiyor ama bana sorarsanız, hava basıyor. Neyse, gel zaman git zaman, Leon fark ediyor ki kücücük sübyana hasta. Kız da, ben seni seviyorum falan diyo. Leon aklına kız geldikçe , sinirle yan odaya gidip namaza durup, af diliyo allahtan. Ne yapsın garip! Evde uslu durmayan kız bir de, ben de katil olacam diye tutturunca dert başlıyor. Leon kabul etmeyince alıp tüfeği sağa sola ateş ediyor. Mecburen taşınıyorlar.
    Gittikleri otelde de kendilerini baba-kız diye tanıtıyorlar ama, arsız bebe bir ara Leon’un yokluğundan faydalanıp, resepsiyondaki adama o benim sevgilim diyo. Anında kapı dışarı tabii. Kız tam bela. Uzuyo da uzuyo mevzu işte. Aşk falan diyorlar. Kız çocuğa asılan Leon, film sanatsal bir bakış da getirdiğinden, sübyancı değil; duygusal oluyor. Kız içki içiyor, dur seni öpecem falan diyerek insan içinde Leon’un dudaklarına uzanıyor falan(aman evlerden ırak). Çirkin şeyler bunlar. Bir de Leon’un patronu mu ne var. İş vereni o işte. Adam da bakmış zamanında Leon saf, kerizlemiş adamı. Vur Leon’um vur. Vur da, para nerde anasını satayım, değil mi? Yok. Paraya gelince konu, kaçıyor muyuz lan falan diyo. Al bi binlik, paran bende diyo…Lan adam şehrin yarısını astı kesti, kişi başı beşbin desen güzel para yani, temiz. Bir de bunun önemli adamları asması kesmesi var... yani hesap edersen onu da……

     









    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder

    Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

    cansızların serbest salınımı

            Bu yaşamda her şey olur. Hiçbir şey sürpriz değildir ve her an beklenmelidir. İnsan bir gün doğumu ya da huzurlu bir uykuyla her...