YEŞİL
Henüz güneş açmamışken, Yeşil, gözlerini açmış. Suratı yere kapaklanmış halde, ağzı, dudaklarının kenarları, burun delikleri kumla doluymuş. Kumdan denizin geniz yakan tuzunun tadını alıyormuş. Ne olduğunu anlayamadan bir müddet yarı bilinçsiz sonsuz kum yığınını şaşırarak izlemiş. Kendine geldiğinde kafasının arkasında bir sızı hissetmiş, aldırmamış. Yavaşça kafasını kaldırmış. Sinsi bir böceğin avcısından kaçarken yaptığı gibi dikkatle, etrafı, yavaş hareket etmeye özen göstererek kolaçan etmiş. İlerde bazı sesler duyuyormuş belli belirsiz. Yaşam izleri... konuşmalar, gülüşler... Tedirginliğini atınca, doğrulmaya çabalamış. Ne kadar dikkatli olsa da, ayakta dikilmek için gösterdiği çaba sırasında kafatasından çok küçük bir parça kopup, kumlara gömülmüş. Kuma düşen bir şeyi almak için dikkatli olmak gerekir. Ama Yeşil, henüz böyle bir bilgiyle donatılmadığından, ilerleyen zamanlarda da eksikliğini sık sık hissedeceği bu parçasını kumlara daha fazla gömmekten öte bir şey yapamamış. (Genel kanı, anlatacağımız bu hikayenin temel noktasının bu kayıp olduğu şeklinde. Derler ki, Yeşil'in tüm kaderi, bu olayla, daha başından belirlenmiştir. Oysa hiç hareket etmemesi gerekirdi. Dokunulmadıkça ölü bir yaratık gibi kıpırdamadan durmalıydı. Bunun dışındaki her davranışın onu içinden çıkamayacağı bir döngünün içine atacaktı. Doğrulmak, duyduğu yaşam belirtisine karşı hissettiği merak onun sonu olmuştu)
KÖK SALMA
Uçsuz bucaksız çölün ortasında, belli belirsiz seçilen bir takım karaltılar. Yaklaştıkça belirginleşen, bilinç dışında tanıdık gelen bir takım sesler ve gülüşler. Belirginleşiyor. Bir kocaman çalı. Silik. Rengi anlaşılmıyor. Yeşili, kan kırmızısını, siyahı, sarıyı ve lacivert'i bir dönem barındırdığı anlaşılıyor. Neyin etkisiyle bilinmez, gittikçe silinmeye yüz tutmuş. Silikleşiyor. Varlığı yokluğu belli değil. Saydamlaşıyor. Yanında yeşilin en yoğun tonlarını barındıran bir başka bir çalı. O da büyük. Yanlarında bir küçük çalı daha. Her esintide savrulan ve koyu yeşil çalı tarafından uçmaması için zaptedilen çalı. Yeşil, yaklaşmak hata olabilir diyor içinden. Uzaktan izliyor. Buradaki asıl problemin güneş olduğu anlaşılıyor uzaktan. Saydamlaşan yüce çalı güneşe intihar edercesine gözünü dikmiş bakıyor. Her bakışında renkleri biraz daha siliniyor. Koca yeşil çalı'nın itiraz edemeyecek hali dikkat çekiyor. İtirazsız durumu nedeniyle, üstteki yapraklarının kavrulmasına engel olamıyor. Silikleşen çalıdan umudunu kesiyor gibi. Tek derdi küçük çalının savrulmasını engellemek. Yeşil, tehlikeyi de göze alıp yaklaşıyor. Konuşan yok. Sessizce yer açıyorlar ona. Yanlarına yerleşirken, silikleşen çalı ile koca çalı arasında bir yeri beğeniyor kendine. Güneşin olumsuz etkilerinden bu şekilde korunmayı hedefliyor en başından. Savrulan çalının aksine sağlam tutunuyor bulunduğu yere. Çok sonradan Koyu Yeşil çalının yanında uzaktan göremediği minicik yeşili de görüyor. Kıpırtısız duruyor. Narin. Günlerce bu şekilde güneş ve rüzgarla mücadele ediyorlar. Silikleşen çalı artık saydam. Uzaktan seçmek imkansız. Koca yeşil çalının üstü artık simsiyah. Savrulan çalı biraz olsun sağlam tutunmaya başladı toprağa. Yeşil, anlaşılmaz bir sessizlik içinde; Narin ise narin.
ÇİTLER
Yeşil, bir çit ile etrafını çeviren bazı güçlere sahip olmuş. Kimliği belirsiz, varlığı yokluğu ispat edilemeyen mistik güçler yapmış bu işi. Çitlerin doğal bir korunakmış. Rüzgardan ve güneşten. Burada gelişip serpilmiş Yeşil. Güçlenmiş. Artık güneşten de rüzgardan da korkmayacak erişkinliğe ulaştığında, doğal koruma sistemi ile çölde -ve başka yerlerde- keşfe de çıkıyormuş. Aklına bazı şarkılar geldiğinde bağırarak bu şarkıları söylüyor, bazı zaman saydam çalı gibi o da korkmadan gözlerini inatla güneşe dikiyormuş. Bu gidişat ile, kendi gibi şeylerle de karşılaşma imkanı bulmuş. Yeşil'in tonlarından ve başka renklerden canlılar... İlk yapay bitki ile tanıştığında sersemlemiş. Renkleri bu kadar canlı bir canlının sahteliği karşısında afallamış. Sonrası ve sonrası. Yapay olan canlı renklerle mücadelesi başlamış. Çitin içinde bunları düşünmüş günlerce. Sonradan sırrına vakıf olmadığı bazı açıklanması güç şeyleri sezdiğini fark etmiş. Böyle durumlarda, yani yoğunlaşmışken, bedeninden bir sıvının parmak uçlarından aşağı süzüldüğünü görmüş. Keşif merakı ile, bir gün bu sıvıyı, gördüğü ilk yapay bitkide denemeye karar vermiş. Hem korkarak, hem merakla, gördüğü bir yapay bitkiye hızla yaklaşarak, fark ettirmeden bedenine sıvıdan bir damla sürmüş. Tüm rengi baştan aşağı saniyeler içinde değişen bu canlıyı korkudan çığlık atacak kadar şaşkın izlemiş. Bitkinin tüm güzelliği gitmiş. Gerçek ama çirkin bir çalı parçasına dönmüş. Yeşil günlerce, yapay bitkilerle karşılaşma korkusuyla dışarı çıkamamış. Kendinde karşı hissettiği şeyi de adlandıramıyormuş.
KIRILAN ÇİTLER VE GÖRECELİLİK
Korunağa artık ihtiyacı olmadığını hisseden Yeşil, kendinde fark ettiği zehirli sıvının da güveni ile çitleri yerle bir etmiş. Dışarıya adım atmış. Başka çitlerini kıranlarla, hiç çiti olmayanlarla, evrim geçirip doğal olan yapay bitkilerle, ama en çok da artık pek kimsenin yüz vermediği soluk renkli yaşlı canlılarla vakit geçirmiş. En çok bundan zevk almış. İnceleme ve meraktan, zehrini bulaştırmadan bazı şeyleri kontrolünde tutmaya alışmış. Zümrüt yeşili bir bitkiyle neşelenmiş. Ondan bazı yeni yeşil dallar alarak tazelenmiş. Ama sonradan bu dalların yapay olduğunu fark etmiş. Kızmamış. Çünkü sahibi de kendisinin yapay olduğunu bilmiyormuş. Bembeyaz bir bitkiyle karşılaştığında her şeye boşvermiş. Sessizlik hükmünü sürmüş. Dinlenmiş. Sonra yorulmuş. İçi geçmiş uyumuş. Uyandığında etrafını saran bitki örtüsü onu şaşırtmış. Renk canlılığının neye emare olduğunu anlayacak kadar deneyimli olduğundan ilk şaşkınlığını atlatması kısa sürmüş. Bitkilerin içinden dalları kırılmış bir bitkiye, Mürdüm'e- gözleri takılmış. Yapay bitkilerden aldığı birçok renge sahipmiş bu bitki. Ama o kadar güzel bir rengi varmış ki, yapay renkler kendi doğal rengini bastıramayacak kadar silik kalmışlar. Onlarca renk arasından kendi rengi belli oluyormuş. Kırık dallarına yapışan yapay renkleri o kadar canlı ve o kadar gerçekçiymiş ki, Yeşil, kırık dalları budamak ve doğal gelişimini hızlandırmak için müdahale ettiğinde korkmuş. O renklerin kendine ait olduğunu sanmış. Bir iki budama sonrası ortaya çıkan doğal rengini çok sevse de içine sinmemiş. Korkuyu engellemek için, Yeşil, sıvıyı kullanmış. Zehirli sıvıyı kumda yatan mavi bir dala dokundurmuş. Altın sarısına dönen rengi görünce rahatlamak yerine telaşa kapılan Mürdüm, koşarak uzaklaşmış. Yeşil'in son gördüğü görüntü, Mürdüm'ün sağ kolunda unutulmuş lacivert ayrık otu olmuş. Yeşil boynunu eğip çöle dönmüş.
PERŞEMBELERİ HİÇ SEVMEM ÇÜNKÜ TAKLİTÇİYİM
Kırdığı çitleri onarmak maksadı ile işe girişen Yeşil, başaramayacağını anlayınca yorgun, uzanmış sıcak kumlara. Günlerce de kalkmamış. Çok sonraları saydam calıyı hatırlamış. Gidip yanına yaklaşmış. İçine girmiş. Kapkaranlık olmuş her yer. Çıkınca ışık gözlerini almış. Çok uzaklarda belli belirsiz kahverengi bir şey görmüş. Bir görülüp bir kayboluyormuş. Işıktan korunmak için elini gözlerine siper etmiş. Gözlerini kapayıp beklemiş bir süre. Gözlerini açınca kendisini kumlarda, başladığı yerde bulmuş. Her şeyin düş olduğuna inanamamış önce. Elini eksik parçayı aramak için kafasında gezdirince her şeyin tam olduğunu fark etmiş. Tam kafasını kaldırıp etrafında neler oluyor diye bakacakken bir çölde bir hayvanın ayakları altında son nefesini vermiş.
YEŞİL NEDİR?
Yeşil, devenin ayağına yapışmış, sabırlı bir mikroskobik inceleme ile belki fark edilecek kadar minik, ezik bir ottur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.