1 Eki 2016

(Parantez içinde anlamadığım şeyler)

     Valla sapasağlam bilgisayar birden bire çalışmamaya başladı (kasadaki kırıklar nasıl oluştu?). Hiç kullanmadım sen son bakımı yaptıktan sonra(internet tarayıcısındaki 1690 eski site ziyareti nasıl meydana geldi?). Zaten bu adaptör de yanmış (ben nasıl çalıştırdım bu bilgisayarı?). Bak, ekran da çatlamış (hasetten mi?).


Tüm bunlar, 2 hafta önce bilgisayarına format atılmış orta yaşlı bir müşterimin yakınmaları. Parantez içi sorularımın mantıklı yanıtlarını alamıyorum. O kadar çok anlaşılmaz nokta var ki, cevaplanmayan sorularım ile kafam meşgulken, birden kendimi hayatı sorgularken buluyorum. Gerçeğe, gerçek bilgiye nasıl ulaşacağıma kadar geliyorum. Upuzun sakallarım, beyaz entarim ile kocaman, tarihi bir daşın üzerine oturmuş, elimdeki değnekle toprağa bazı şekiller çizerken derin düşüncelere dalan , sol elimle de ısrarlı at sineklerini gafamdan uzaklaştıran bir adam olarak görüyorum kendimi onun karşısında. Arkamda sepya bir manzarada güneş battı batacak. Karşımda orta yaşlı bir empirist,(*) cevaplamaya çalıştığım soruları deneycilik akımından alıntılarla anlatmaya çalışıyor. Arada burnunu çekiyor, yere tükürüp, ayağı ile toprağı, futbolcuların penaltı noktasını temizlemesi gibi sağdan sola düzleştiriyor. Karşılıklı olarak oyunlar oynuyoruz.

     Bazı açıklıkları kullanıyor. Örneğin, "ilk önce 2 gün çalıştı sonra bozuldu" diyor(gerçi sonra da hiç kullanmadım diyor). "Peki kasa ne ara kırıldı" deyince,  kendisine elektromanyetik alan teorisi sorulmuş bir sözel öğrencisi kadar savunmasız biçimde yüzüme bakıyor. "Peki onu da geçtim, 2 gün çalıştı ise adaptörü ben nasıl bozmuş olabilirim?" deyince, hafiften koltuğunda oturuşunu dikleştirip, "MÜŞTERİ!" diyor. Üzerine çok gittim galiba diye düşünüp asıl sorumu soruyorum: "Ekran çatlakken ve görüntüyü göremiyorken, sistemin çalışmadığını nasıl anladınız?" Bir müddet sessiz kalıyor. Aradığı cevap bilgisayarın usb 3.0 portlarında saklı olmalı ki, ben cevabımı beklerken o portları inceliyor. Sonra da ağzından son bir güçle "ben yaşlıyım evladım" diyor. Ben soru-cevap arasındaki bağlantıyı bir türlü kuramadığım için burada kesiyorum. Bir çay daha alır mısınız diye soruyorum. Derin bir nefes alarak olur diyor.

Çay almaya giderken yolda Epiküros ile karşılaşıyoruz. Sigarasını baş ve işaret parmağının arasına alıyor. Başını eğip sigaradan derin bir nefes çekiyor ve adımlarını hızlandırıp yanımdan geçiyor. Çaycıda Bergson ile karşılaşıyoruz. Elinde at yarışı bülteni, şekersiz çayını içip mırıl mırıl kendi içine konuşuyor. Sanırım hangi atın birinci geleceğini sezmeye çalışıyor. Kolay gelsin Henri Abi diyorum, sağ ol ciğerim diyor. Dükkana elimde çayla dönünce, müşterime Bergson' un selamını iletiyorum. Aleykümselam diyor. Şimdi şöyle yapalım. Sen ekranı, adaptörü öde, ben de sana bedava format atayım tekrar ve işçilik de almayayım diyorum.Tam itiraz edecekken işaret parmağımı dudaklarına bastırıyorum. Bergson' u, konuşmalarımızı ve teklifi bir daha düşün diyorum. Seziyor yaşlı kurt. Tamam diyor. Bir anda Deneysel düşünceden sezgici düşünceye geçiyor.  Bilgi felsefesine bir katkı daha sağlanmış oluyor. Orta yaşlı da olsa, çıkarcı da olsa kendi düşünce akımıma bir transfer daha gerçekleştiriyorum.



(*)Epiküros' dan bu yana Empirizm akımı, gerçek bilgiye ancak deneylerle -deneme yanılma- yöntemiyle erişebileceğini savunur. Akımın etkileri tüm dünyada, batıda -ama özellikle benim müşterilerim arasında- yoğun rağbet görmüştür. Hususiyetle Concillac'ın "Bilginin kaynağı duyulardır" düşüncesi, genel kabul görmüştür. Yoksa karşımda, anlam veremediğim neden-sonuç ilişkilerini anlaşılması gayet normal şeylermiş gibi anlatıp bir taraftan da çayındaki şekeri karıştıran adam ne yapmak istiyor olabilir değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

cansızların serbest salınımı

        Bu yaşamda her şey olur. Hiçbir şey sürpriz değildir ve her an beklenmelidir. İnsan bir gün doğumu ya da huzurlu bir uykuyla her...