15 Şub 2019

Bellenim


Seninle bir hesabım, alıp veremediğim yoktur. Dedikodu kıvamında dudak kenarlarında alaycı bir biçimde beliren  gülüşlere sebebiyet verecek türden olduğu düşünülen tüm konuşmalarım, garip çağrışımlar yapan kafa işleyişimin ve ,bence, kıt yaşanmışlıklarımdandır.  Hali hazırda bir başına bir ömrü geçirmek, kendi ininde kendi hüznünü ve sevinçlerini yaşamanın kutsal bir yanı olduğunu da sanmıyorum. Kanaatimce insan evladı sürekli bir paylaşım ihtiyacı içerisindedir. En yalnız, en çaresiz insanların intihar vakalarının da bu bağlamda bir yardım çığlığı olduğunu düşünenlerdenim. 

    Hatıralar... nasıl söylesem... ben yaşanılanları, iyi ve acıtıcı yanlarıyla bittiği anda arkasında bırakan, yaşamın yeni enerjisini yakalamak maksadı ile işine odaklanan, sert kabuklu bir canlı ya da hayatta kalma konusunda uzman biri değilim.  Bu bakımdan geçmişte  bıraktığım hiç bir konu tarihin derinliklerine gömülmez. Arkeologların kazıyla ulaştığı 5000 yıllık kalıntılar gibi, insanlarda yapılacak derin araştırmaların da yaşınılanlar üzerinde benzer sonuçlar vereceğini düşünürüm. Bende farklı işleyen tek kısım, derinlemesine bir kazı çalışmasına ihtiyaç olmamasıdır. Hatta denilebilir ki, benim tüm hatıralarım çöl kumlarıyla kaplıdır. Küçük bir çağrışım esintisi yeterlidir benim için. Sanki kendini hep iyi hissetmeme (ve sanırım) uğradığım tüm yanlış anlaşılmalara sebep de budur. 

   Seninle bir hesabım olamaz. Geçmişe dönüp benden farklı jeolojik yapıya sahip bünyelerde hasar verici kazı çalışmalarını sevmem, yapamam. 

   Kendime dışarıdan bakıp, karşılaştırma yapmalıyım belki de... Ama gülüyorum. Gülüyorum çünkü, sıkı sıkıya bağlı kaldığımız tüm düşüncelerimiz, adaptasyon amacıyla kullandığımız silahlarımız, bitmek bilmez prensiplerimizle acınası bir türüz. Oksijen için yaşayıp, temiz su kaynaklarına ulaşmayı geçtik anlıyorum da, yaşamın daha fazla zorlaştığı iddiasıyla, güç için seferber ettiğimiz tüm bu silahların yapay himalayalar yaratmaktan başka bir işe yaramadığını anlamak için, eski atalarımız gibi iki ayak üzerinde doğrulmaya ihtiyacımız kalmadı. Diğer taraftan da yalan gibi. Yani hala ihtiyacımız oksijen olabilir. O işi halletmişiz gibi durmuyor çünkü; ihtiyaç form değiştirdi: yeni silahlarla manevi açıdan bir havasızlığı ekarte etmeyi hedefliyor gibiyiz. Çünkü eğer her şey, başarı, güç... arkada bırakmayla ilgili ise, unutkanlık en büyük silah olmalıydı. Oysa ben arkada bırakanlarda, derinlere gömenlerde, unutabilenlerde daha yüksek bir hafıza direnişi olduğunu gözlemliyorum. Bana unutmalısın diyenlerin kendi hatıralarını unutmak için harcadıkları çabanın  çeyreğini bile üstlenmediğim halde acınası bir halde olabiliyorum gözlerinde, enteresan!  


   Hatırladığım iyi ve kötü şeyleri olduğu gibi kabul edip sürekli hatırlamak mı daha yorucu, hiç olmamış gibi kötü anıları def etmeye çalışmak ya da yeni jeolojik oluşum zarar görmesin diye beni daha güzel bir insan yapan değerli anılarımı hiç yaşanmamış gibi yapmam mı daha yorucu olurdu? Tercihim doğru mu asla bilemem, ama bana daha güzel gelenin ne olduğunu biliyorum. Bu bakımdan çok mutluyum. 

   Seninle  hiçbir hesabım olamaz, çünkü seni hep çok seviyorum. Vurduğun her darbeyi hatırlıyorum. Her sevgi dolu dokunuşun için de minnettarım. Teknik olarak kırk yaşında olsam da, bir insanın en değerli şeyinin oksijen, yaşama güdüsü ve biriktirebildikleri olduğunu daha eski atalarımdan biliyorum. Hepsi kişisel düşünceler ve yanlışlığı doğruluğu tartışılır elbette. Ama şu iddialı yargıyı müsadenle buraya bırakmak isterim: 

   Bellek yoksa ruh yoktur!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

cansızların serbest salınımı

        Bu yaşamda her şey olur. Hiçbir şey sürpriz değildir ve her an beklenmelidir. İnsan bir gün doğumu ya da huzurlu bir uykuyla her...