Betimleme sanatı diye birşey uydurmuşlar ya zamanında amcalarımız ve teyzelerimiz...seni bu nedenle sevdim ben. Sanat, seninle hayat buluyordu. Seni betimlemeye çalışmaktan yorgun düşünce anladım ki yersiz işlerle uğraşmak bir tür sanat ve sevgi belirtisiydi. What a gathering dinlemek, haleluyalar eşliğinde yazı yazmak gibisin diyebileceğim yegane nesne sensin.Evet yanlış bir kelime seçmiyorum. Seçemiyorum. Bedenimde ve ruhumda doğuştan sezdiğim otokontrol nedeniyle sana nesne demeyi biliçli bir biçimde tercih ediyorum. Açıklama yapmak istemiyorum bu konuda. Yazı benim, fikirler benim, eller benim, sözcükler benim, bu bozuk kafa da benim. Bana -en azından burada- müdahale edebileceğini sanmıyorum. Şu an evimin yaza meydan okuyan yarı özerk bölgesindeyim. Ağlayarak belirteyim ki, ellerin buraya kadar uzayamaz.
Gece bir rüya gördüm. (Bu arada düş demeyi ve sevmediğimi ben de bilmiyordum..görüyorsun ki gidişin algılarımı da açıyor.) Her neyse bir düş gördüm (haha) görüyorsun, özgürlüğümü ele aldım. Düşrüyamda bir yolda kalabalık bir şekilde yürüyoruz. Sen, ben, birkaç tanıdık, tanımadık, tanımak istemedik, bir parça yiyecek, aklımızda kalmış mutlaka söylemem gerek dediğimiz fikirler falan filan....tartışma başlıyor. Ben her zamanki gibi senden yana olmak istiyorum. Ne söylesen ardında olmak ve senin saçma tezlerini bile çürütecek mantıklı alıkları tepelemek istiyorum. Sen üzerinde turkuaz dedikleri yeşilimsimavi elbisenle hiç söze karışmıyor ve beni kalabalıkta yalnız bırakıyorsun. Tanımadıklarımla birlik olup susuyorsun. Beğenmiyorsunuz falan...anlarsın sen beni...(anlarsın da işine gelmez...) Beni yalnız bırakan bu tavrın sinirlerimi bozuyor. Şimdi burada yazmanı ayıp olacağı bazı özel zamanlardaki gibi oluyorum. Vahşetin çağrısı kulaklarımda yankılanıyor. Kızgınlığım had safaya varınca ellerinden tutup vals yapar gibi birkaç tur döndükten sonra, yüzme bilmediğinin farkında olarak seni denize fırlatıyorum. Evet, yürüdüğümüz yer sahil yolu ( herşeyi söylemek zorunda değilim sanırım. Hatta ne sanması eminim!) Sen suda debelenirken ben tanımadıklarımla mücadele ediyorum. Beni aşıp denize atlamak ne mümkün.(-Uzatmayalım beyler. -Olur!) Ölüyorsun sen. Tanımadaklarım ve tanımak istemediklerim bir olup- senin öldüğünü anlayınca tabii- beni hırpalamaya başlıyorlar. Akıl böyle birşey işte. Ben olsam önce tepelemeye kalkar sonra seni kurtarmaya çalışırdım. Demek ben onları bu nedenle tanımak istemedim ve sen o nedenle onları tanımamdan sevinç duyacağını belirttin. Annen,annem, baban,(bu nesne bende mevcut değil) kardeşlerin ve kardeşlerimin, cenazende bana nasıl baktıklarını anlatmama gerek yok sanırım.
Canice yazılmış bu yazıda sözü geçen turkuazlımaviliyeşilli kadın hiç olmamış gibi yaşamak gerekir öngürüsünü düşünmek bir tarafa, sitenin değerli üyeleri beni şu konuda muhakkak dinlemelidirler...sıcaklık dediğimiz güzelim şey bazan nerden geldiği belli olmayan yabancı bir misafirlere benziyor. Genelde misafir tek kişi gelmiyor malum. Yanında getirdiği sıcaklık sahibi başkaları da oluyor. Bunların sahip olduğu sıcaklık sizi de ısıtıyorsa size akraba ya da tanıdık deniyor. Isıtmıyorsa yabancı deniyor. Sizi ısıtmayan bir misafirin illa akraba sınıfına konmasını ezberleten velileriniz aşk düşmanları oluyor. Aşk kendine düşman edinmeyi becerebilen somut bir karakter haline gelirken, yazı başka çerçefelli bir rampaya sapıyor...böyle yazmanın, üstü kapalı olmanın ısıtıcı bazı etkileri oluyor.. ben, ısınmış ve bozuk kafamı soğuk suyun altına tutmak için yazıya son vermeyi peşinen kabullenen yarı saydam birkişi oluyorum..ağır ağır siliniyorum...ağır ağır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.