Sigara tüketiminiz ne kadar içsem kardır mantığı ile
ilerliyorsa ve her yaktığınız sigara ile
yatırım hesabınıza yeni girişler varmış gibi hissediyorsanız, tüm gün diş sağlığına dikkat etmekle, düzenli
diş fırçalamayla önüne geçemeyeceğiniz iki gerçekle karşı karşıyasınız
demektir.
a: Dişleriniz
arkasında gelişimi kaçak inşaat gibi hızlı süren plaklar,
b: gece uyandığınızda
ağzınızda bir tür pas tadı.
Sigara içmeyenler bizden nasıl tiksinmiyor ve bazen
koynumuza bile giriyorlar şaşıyorum doğrusu.
O gece yatağımda doğrulup, ağzımda o bilindik tadı
hissedince, otomatik refleks olarak önce banyoya gidip sağlıklı düşünme ortamım
olan klozete merhaba diyorum. Düşünceli düşünceli işerken, hayat, ölüm ve
çaresizlik üzerine bir müddet kafa yoruyorum. Kendime olan gereksiz saygımı çok önceleri
yitirdiğimden, banyonun aynasında gördüğüm ablak suratımdan tiksinmeden
ellerimi yıkayıp, her gece olduğu gibi ağzımdaki kötü tadı yok etmesi maksadı
ile mutfağa ilerliyorum. Saat gecenin 4 ü olduğundan, belgesellerde antiloplara
yaklaşan aslan tarzı ile adımlıyorum koridoru. Fakat üzerimdeki t-shirt ve donla kendimi
fazla da benzetemiyorum yeleli aslana. Mutfakta ağız tadımı normale çevirecek her yiyeceğe
atlamaya hazırım. Masanın üzerinde mandalinayı görünce zaten az olan enejimi
yeni yiyecekleri aramaya harcamak istemediğimden avıma yaklaşıyorum
Gecenin bir vakti annemi de uyandırmak istemediğimden, ışığı
yakmadan sandalyeye çöküyor ve mandalinamı kemirmeye başlıyorum. Sokak
lambasından içeriye sızan loş ışıklar bacaklarımı aydınlatıyor. Ne kadar süre o
şekilde oturdum ve bu sürede kaç mandalina yedim acaba? Arka odadan gelen sese
kadar bunları düşünmüyordum açıkçası. Sesi duyar duymaz annemin uyanma ve gelip
34 yaşındaki oğlunu hırsız gibi karanlıkta oturmuş donuyla mandalina yerken
görme olasılığını falan düşündüm. Kendime geldim. Sesin rüzgardan
kaynaklandığını fark edince utanmak yerine koynuma doldurduğum organik 2
mandalina ile birlikte odamın yolunu tuttum. Peki annen seni o halinle değil de
bu halinle görseydi daha mı hoş olurdu
diye düşündüm. Gittikçe batıyordum aslında. Ne karanlıkta mandalina yerken, ne
de koynumda mandalina ile koridorda ilerlerken saygı duyulacak biri değildim
ben. Aklıma bir kelime takıldı: Görecelilik.
GÖRECELİLİK KANUNU:
Mutfaktaki halimi düşünün. Karanlık, don, sessizlik, hırsla
mandalina yiyen 34 yaşında bir yetişkin... Nuri Bilge Ceylan filminden bir
sahne bu desem, imgesellik, yalnızlık, çaresizlik ya da sanatsal diye
yapıştırırsınız teşhisi ve haklısınız da... Peki o halde ben neden kendimi mal
gibi hissediyorum? Alın size paradoks ya
da ikilem ya da her ne boksa. Bilim otursun, her gün kahveye bok atacağına bunu
çözsün. Bilimi düşünmem iyi olmadı. Uykum kaçacak. Bilim nedir? Haydi
bakalııım... uyku da gitti. Gelen kim? Annem mi? Kim lan o? Bilim nedir. Ne
halt edeceğini şaşıran kadının hormonsal sorunları: Menopoz; Benden geçti mi
acaba diyen erkeğin problemi: Antropoz;
Sara değil epilepsi... bilim nedir? Kendi bokundan utanan modern insanın,
hayatını daha elitize ederek çekilir
kılan güçtür. Bu saçma çıkarıma sırtımı yaslayayım bari... hazır yaslanmışken
uyuyayım bari.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.