15 Kas 2012

Ihlamur

Günaydın

     Tüm gün koşturmayla geçeceğinden sabah kahvaltısını sağlam yapmak lazım diye düşünürken yakalıyorum kendimi. Aynada belirginleşen kırışıklara ve artan beyazlara bakıyorum. Tipini s.ktiğimin uyanamayan fenaişkovalarus'u...ağırdan dedeye bağladık sanırım diyorum içimden. Kahvaltı masasında da huzursuzluk huysuzluk içerisindeyim. Fazla pişmiş omleti inceleyen eleştirel yüzüm annemin uykusuz ve ziftlen çık bakışlarıyla karşılaşınca yumuşuyor. Annemin inatla her sabah fox tv haberleri izleyerek evdeki entelektüel gelişimi baltaladığı gerçeği ile karşı karşıyayım. Gerçi sabahları Stradivarius eşilğinde uyanan bir anneden de omlet yapmasını bekleyemezsin. Boğazıma dizilen lokmaları sigara ile taçlandırıp yola koyuluyorum.



Her gün tekrarlanan bir sörvayvır hikayesi: Büyükşehir Belediyesi halk otobüsleri

     Cep telefonumdan güncel zaman dilimini kontrol etme gereği hissediyorum. Zira yıl 2012 ve ben hala lise yıllarımda dinlediğim şarkıları mırıldanarak durağa gidiyorum. Halbuki soluk soluğa yaşan aşklar mı kaldı? Bazı şeyler baki demek ki diyorum içimden. En başta da mallık.

     Otobüste, bir sonraki durakta oluşan inanılmaz hava değişiminden yola çıkarak şöföre para veren kıza bakıyorum. Allahım bu sadece parfüm mü yani şimdi? İnsanın inanası gelmiyor. Çevreci kardeşlerime sesleniyorum: Ozon tabakasının delinmesinin bir numaralı sorumlusu zannedildiği gibi toplumun geneli değil; bizim mahalledeki bu kokoş kız. Yürüdükçe yayılan bu kesif koku otobüsün genelini oluşturan 60 yaş üzeri vatandaşlarımızda ve birkaç çocukta uyuşukluk etkisi yaratıyor. Gökyüzünün rengi değişime uğrarken bazı çocuklar annesine sıkı sıkı sarılarak zorlukla nefes alıyorlar ve camlar buharlaşıyor yoğun gazın etkisiyle. Allahım lütfen biri osursun diye dua ediyorum içimden. Doğal kötü koku bile bu yapaylıktan yeğdir.  Henüz biraz süre geçmişken bazı anneler tuttukları nefeslerini ağız yolu ile yavrularına aktararak sörvayvır yapıyorlar. Kokuşumuz otobüsteki en dişli rakip olarak beni mi seçti yoksa yer mi bulamadı bilinmez yanımda dikiliyor. Neyse ki  bir dönem sporla içli dışlı olan bedenim yeterli gücü bularak camı aralıyor. Resmen biyolojik silahını içgüdüsel olarak en güçlü rakibinde denemek istiyor diyerek egomu şişiriyorum ben de bu arada. Camı aralamamı takiben bazı yaşlıların gözlerine yeniden fer geliyor. Bebekler yeniden oynamaya başlıyor. Hayat devam ediyor. Kızın inmesininin ardından ise başarılı şöförümüz uçak pilotu edası ile hepimize  geçmiş olsun dileyip havalandırmayı köklüyor. Yaşamak güzel şey!

Bele dikkat et bele... oradan yiyorsun soğuğu

      İlk iş yeri ziyaretim ve ilk müşterilerim olan -60-70 yaş arası olduğunu tahmin ettiğim- bu çifte bilgisayarla ilgili karmaşık -monitör nedir kasa nedir- bilgileri zar zor aktardıktan sonra, dükkanın önünde çay- sigara yapıyoruz. Teyze gençlik yıllarını anlatarak ne kadar güzel çay demlediğinden söz ediyor. Ben yaşlanmayla, artık güzel çay demleyememe arasındaki kopuk bağlantıyı kurmaya çabalarken o devam ediyor. Çayın her yudumda ağızda bıraktığı tortuya ve mide kaldıran yoğunluğuna bakılırsa şu an içtiğimiz çay da gençlik yıllarından kalma olmalı diye düşünüyorum. Tam bir yavşak olduğum için, içimden düşündüğüm bu fikirlerin dışarıya yansıması elinize sağlık şeklinde oluyor. Yarım yüzyıllık bu insanlar hırka ile otururken benim t-shirt ile oturmama takılmış olacaklar ki, teyze bele dikkat et bele diyor. "bele" kelimesini şiveli bir "bene(bana)- olarak anlayan az gelişkin beynim ağzıma sinyali erken gönderiyor. Sana mı dikkat edeyim diye soruyorum. Yüzündeki gülümsemede "ah benim geri zekalı yavrum" ifadesi ile düzeltiyor beni teyze bele bele.... bele dikkat et. Oradan yiyorsun soğuğu. Algılama güçlüğümü belden yediğim soğuğa bağlayan bu yaşlı insanlara karşı minnet mi duyayım kafa mı atayım bilemiyorum. En son lafı amca alıp ayaklara dikkat et sen. Orayı sıcak tuttun mu tamam deyince tamam diyorum şimdi tam dede olduk amk.

Ev: 
- Boş vakitlerinizde ne yaparsınız? 
- Felsefe yaparım, tamir ederim, satarım!

      33 yaşındayım. Sosyal zekamın kıtlığından mı şansızlığımdan mı bilmiyorum, tüm gün çalıştıktan sonra yapabileceklerim hala sınırlı. İşten çıktıktan sonra kapıyı kilitleyip caddeye baktığımda aklıma gelenler şunlar:

a) eve giderim
  a1) Film izleyip bir şeyler okuyabilirm.
  a2) Miili maç izler, çekirdek yerim ya da yerli diziye maruz kalır, 1 saat sonra istesem de herhangi bir şeye odaklanamam
b) gitmem
  b1) Ne bok yiyeceğimi bilmiyorum.

      Kısıtlı seçenekler sosyal zekamın kıtlığından kaynaklanıyor demiştim zaten. Ama bu kısıtlı seçeneklerden oluşan listedeki seçimlerim, sadece sosyal değil; reel anlamda da bir zeka geriliği içinde olduğuma işaret ediyor. Çünkü bu satırları evde milli maç izlerken yazıyorum. Yazı bittiğinde de aklımda ıhlamur var. Ihlamur olacak şimdi, tam olurum diyorum. Kafayı serin tutmak yaramadı bana.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Entropi

    Denizin üzerinde yansıyan ışıklar hakkında konuşabilecek kadar dingin bir ruh hali içinde olmaya çalışmaktan bahsediyordu. Gözlüklerinin...