24 Eki 2012

Top kumaştan bayramlık yazı -Nihat Genç- 23.10.2012-


"Ülkemiz şöyle bir ülke: herkesin sabah akşam ‘sistem’ diye şikayet ettiği bir ‘sistem’ kurulmuş. Sızlanmamız sistemden, bedduamız sisteme, derin analizlerimiz sisteme, giriş sistem gelişme sistem, bozukluklar sistem, içinden çıkılamayan herşey sistem, kahrolsun sistem, Kemalist sistem, tek partili sistem. Bu kelimeyi bu topraklarda ilk kim kullanmışsa iyi halt etmiş. Tek başına yüzbin sözlük kelimesine karşılık geliyor.
O meşhur ‘sistem’ sizsiniz işte. Bu gazeteler bu yazarlar hepsi şikayet edilen sistemin ta kendisi. Statüko’nun moda tasarımcıları böyle buyurmuş, sabah akşam dizlerini dövüp sızlanan tüylü sorguçlu boynuzlu sistemin ta kendisi sistem diye bağıracak.
Şikayetçi şikayet’in ta kendisi.
Sistem denilince toplu katarsis sağlanıyor, ağalık şeyhlik feodal düzen gelenekler devlet tapu kadastro herkes herşey işin içine dahil oluyor. Bu toprakların gazete ve ekranındaki en büyük tapınak: sistem.
Sonunda hepimiz toplanıp bir kelimeyi toplu paranoyamızı sembolleyecek şekilde kodladık, eline kalem alan sistem diye çığlıklar atıyor, ama kimse uçurumdan atlayacak gücü bulamıyor, yani sistemden çıkmayı göze almıyor.
Sistem şöyle kelime, bu kelimeyi takip et, anında topla kestirmeden kaleye in, hem durumu hem ekonomiyi hem kendini kurtar, ey hayat ey modern uygarlık, bu kadar basitsin işte, sistem kelimesine yazarların küçük prensesi diyebilir miyiz, kimsenin görmediği herkesin öptüğü.
İddiam o ki, sistem diye kullanışlı kolay bir kelime varken, kimsenin hiçbir kurumun ülkenin hiçbir şeyin sistemi olamaz, sistem kelimesinin kullanımı üzerine çokça ciddi denemeler yazılmalı, mesela sistem denilince artık maçın filmin sonucunu biliyormuş gibi bir rahatlığa genişliğe de sahip oluyorsunuz, sistem denilince ‘meraklar’ uçuyor, sistem denilince ‘araştırma, anlama’ boşluğa düşüyor.
Yani sistem Allah’ın Dediği Olur gibi bir şey, Sistem denince, ‘herşey olacağına varır’ gibi anlıyorsunuz, sistem, yarınınızı da bloke ediyor, sistem böyle işte yarın olsa ne olmasa ne. Sistem bence hepimizin kabullenip çaresizleştiğimiz ama iman gibi kulu kölesi olduğumuz bugünün Tanrısı: Sistemin Dediği Olur, gibi başka bir şey.
Sistem denilen kolaylık varken kültüre, metine, eser’e kuyuya öteye derinliğe zırnık giremezsiniz.
Sistem günlük yazarlarımızın başında duran İbiş takkesi, üstelik halkın üstüne salgın bir hastalık gibi bulaştırmışlar. Üç saat süren konferans veriyor altından girip üstünden çıkıyorum, kapıda konferansımı dinleyen ağbi çoktan özetlemiş olayı, yüzüme karşı gülerek: Yani Nihat Bey kısaca sistemi eleştiriyorsunuz?
Delirmemek için içimden, ananın .mı diyorum, ki konferans boyunca sistem kelimesinin kolaycılığıyla her şeyi anladım yuttum ama bir bok üretemiyor bir bok anlamıyorum zihniyetini eleştirmiştim zaten.
Yıllarca ama yıllarca Türk Milli Takımı hocası Abdullah Avcı’yı yıkayıp yağlayıp şişirip salmışlar, seri hezimetler gelince, bu kadar yağlayıcının söylediği şey’e bakar mısınız: SİSTEM.. Zaten milli takımın başına da ‘sistem yok’ diye diye getirmişlerdi. Çıkın bu sistemin içinden bakiyim.
Birileri sistem kelimesinde hem ikonik bir güç hem ekonomik bir kolaylık buluyor.
Yoktan var eden böyle bir illuzyonist kullanışlı bir kelime olduktan sonra artık, kuklalar, hazır giyim, balonlar, köpükler, taklitçiler, yaygaracılar, iftiracılar, işbirlikçiler, maymunlar, hergün sistem kurar, sistem yıkar… Mesela bu yazıyı ilk iki paragrafta kısa kesip ‘sistem’ deyip bağlayabilirdim, ki, binlerce yazarınız hergün aynı şeyi yapıyor. Mao’nun Kızıl kitaptaki lafıdır, kuyunun dibindeki kurbağaların gökyüzü kuyunun ağzı kadardır. Sistem kelimesi ve sistem kelimesiyle anlatılmaya çalışılan herşey sizlere kuyu dibindeki kurbağa kadar bir gökyüzü verir.
Etkili, çarpıcı, can alıcı, şaşırtıcı, düşündürücü, büyüleyici, sarsıcı metinler üretemeyen, hatta okunmayan, bayi satışları ortada evet okunmayan yüzlerce sözümona yazar Türkiye’nin en büyük yazarı diye ekranlarda baş tacı ediliyor, işte sisteminiz bu, Türkiye’ye dayatılan genç nesillerin ağzına tıkılan tuğladan proje bu. Oysa sistem diyenlerin, mimar olsun edebiyatçı olsun, bahçıvan olsun, kendi zevk ve bilgi dağarcıklarıyla bir ‘sistem’ kurmuş olmaları gerekir. Mesela her eser ‘bir sistem’dir. Sistem kurmamış insanlar fareler gibi cıyıklar, bu kadar.
Sorun çok basit, ‘eleştiremeyen’ insanlar yazar olamaz sanatçı hiç olamaz, ancak eleştiriye kalkan insanların yaşadıkları toplumun zevk ve beğenileriyle en az eleştiriye uğrayacak sağlam şeyler inşa etmiş olmaları gerekir.
Bilimsel gerçek bu kadar düz ve anlaşılır.
Sistem diye diye götünüzü yırtmayın, yırtma işini de profesyonellerine bırakın, özenip rol çalmayın. Sistem kelimesini her şekilde her yerde kullanan aptallar sürüsü, ‘eleştiri’ olmayan yerde nasıl bir sistem olabilir ya da esersiz ürünsüz konuşan insanlar ‘sistem’i ne bilip de neyi konuşsun.
Eleştiremeyen, dayıya patrona efendiye lidere tek laf edemeyen insanlar, birilerini sorgulama yargılama hüküm verme hakkına sahip olamaz, ya da kamunun eleştirisine açık eser üretemeyen insanlar yargılama hakkına sahip olamaz.
Olamaz ama uyuz eşekler kervan başı olmuş yargılıyorlar.
Dayıyı patronu lideri efendiyi eleştirme gücüne sahip olamayan insanların yargılaması ‘gestapoluktur’ ‘komiserliktir’ ‘polisliktir’ ‘jandarmalıktır’. Kim sistem diyor ya da kim sistemden şikayetçiyse kolayca kullanılan sistem kelimesi onu cellatlaştırıp kasaplaştırıyor, farkında değil. İnsanlıkla arasındaki ‘samimiyet’i infilak ettiriyor, farkında değil. Değerler’i tanımayan insanlar ‘değerler’ üzerine konuşamaz, değerlerden ne anladığını da tanıtımla pohpohla değil ürettiği şeylerden anlarız.
Bir eser ortaya koyabilmek için önce eleştirebilen insanlar’a ihtiyacınız var, argo tabiriyle Allah’ını tanımam diyebilecek bir Adanalı aranıyor.
Hiç kimseyi ve nemalandığınız sistemi, eleştirecek gücünüz şahsiyetiniz birikiminiz yok, ama sorulduğunda sorun nedir, topluca ‘sistem’ diye çaresizce ağlıyorsunuz.
Benim güzel liberal şakacı tavuk kanadından özgürlükçü kardeşlerim sistem sizsiniz.
Kayırma, torpil, adamını bulma, köşeyi dönme, kapılanma, dümene yatmak, istim sürmek, etliye sütlüye karışmamak, bunların hiç biri üretimin ve eser’in konusu değildir. Bunların hepsi aşağılık bir ahlaksızlığın bataklığıdır, ekşiye çürüye köpüre her daim fıçı fıçı fermante olup sülfürükleşip asitleşip kaynayan sisteminiz bu.
Ülkenizde her saat başı yüzbinlerce insan deliler korosu gibi ‘sistem’ diye bağırıyor.
Nedir bu?
Bir makalemde anlatmıştım, bilim adamlarının sebebini anlayamadığı bir fare hastalığı, ölmeye yakın otuz altı fare, evet sayıları niyeyse hep otuzaltı oluyor, bu otuzaltı fare kuyruklarını birbirine düğümleyip intihar ediyor, niçin otuzaltı, niçin intihar ediyor, niçin kendilerini kuyruklarından düğümleyip bağlıyorlar, bilen anlayan yok, Allah’ın bir işi diyelim.
Çözülmüş çürümüş toplumların sistemi tıpkı bu fare hastalığı gibidir. Hepsi birbirlerine kuyruklarından bağlı ölüme intihara doğru gidiyorlar, kendi bağımsız kişiliklerini hatırlatacak tek bir eser bırakmadan, hepsi aynı sistemin asitten havuzunda topluca ölüyorlar.
Sistem diye bağıranların sistem’i tanıdıklarına dair bir metinlerini birkaç cümlelerini duysak görsek bari.
Ucuzundan beş-on dakikada yazılmış milyonlarca birbirini tekrar eden makale. Aynı kaldırım taşlarını elli yıldır aynı yerden aynı renkten söküp takan belediyeler gibi.
Sistem denilen şey nedir, yenir mi içilir mi bok mu çamur mu, bence sistem bir büyük kabilenin adı, asla dostluk kurulamayacak ve asla ahlak’tan erdem’den insanlık’tan söz edilemeyecek bir tımarhane adı.
İşte ülkemizdeki asıl derin devlet asıl gizli örgüt’ün adı bu: Sistem.
Mesela bu sistem neden yoksullara yardım etmez, işsizlere iş vermez, mesela neden bu sistem madenleri yağmalatır. Sistem diye bağıranlar mesela, neden beyni yorulmamış reklam manyağı Orhan Pamuk’un Elif Şafak’ın ya da Ahmet Altan’ın büyük yazar olduğuna inanır?
Örnekleri binlerce çoğaltabiliriz, milli takım hocası Abdullah Avcı da farklı değildir, ekonomi bakanı da gençlik spor bakanı da.
Otuz-kırk yıllık hayatlarında henüz dramatik bir metin yazabilmeyi başaramamış bir takım insanlara, niyeyse bu sistem, ölümüne yırtınırcasına bir şehvetle büyük çok büyük ünvanlar veriyor, neden?
Hepiniz hayatınızı neden bu ölümcül gayeye adadınız, üretim ürün emek çaba olmadan büyük insan büyük yazar büyük ekonomi bakanı nasıl olunur, şu sisteminiz bunu bir açıklasın, sizin sisteminiz size ve yandaşlarınıza her daim tapınılacak her daim ödüller verecek bir tapınak inşa etmek.
En masum şekilde sanat eser’inin ne olduğundan zırnık haberiniz yok. Sanat eseri demek egonuzun şişirilmesi ve taklit metinler, bu kadar. Baş tacı ettiğiniz yazarlar sizler gibi reklamla şişirilmiş ve sizlerle aynı liberal kulübe üye ve sizin gibi etliye sütlüye hiçbir zaman karışmamış yazarlar, eserleri bayat ucuz ama her birinin birbiriyle yüksek sosyal bağları olan yazarlar. Medyada üniversitede pompalanan öğütlenen alkışlanan baş tacı edilen boklu çarkınız işte budur.
Durum şudur bir kısa hikayeyle anlatayım, birgün bir büyük fotoğraf ödül törenine misafir olarak katıldım, ortada kayda değer eser yok ürün yok, birkaç örnek ama utanılacak kadar kötüler, ama bir büyük salon tıklım tıklım, şaşkınlığım şuydu, herkesin ama herkesin elinde çiçekler vardı. Öpüşmeler, kutlamalar, sarılmalar, iltifatlar. Dünyanın en büyük yazarı en büyük fotoğrafçısı sıfatları alkışlarla gırla gidiyor, başkan konuşuyor diğeri konuşuyor, sahneden biri iniyor heyecanla hızlı adımlarla öbürü çıkıyor, mikrofonu eline alan insanlığa ve uygarlığın bütün büyük sanatçılarına meydan okur gibi konuşup payeler madalyalar veriyor.
Nedir bir ödül törenini efsanevi bir festivale çeviren bu hadisenin özü, baktım yarışmaya, bir fotoğraf yarışması, birinci gelen fotoğraf da bir oltada sekiz istavrit balığı, bu kızıl kıyametin sebebi, bir oltada sekiz istavrit balığının fotoğrafı çekilmiş.
Bu şunu gösterir ‘emek ve ürün’den haberdar değilsiniz. Artık hepiniz altmış yaşına dayandınız, yeni kuşaklar size iftira ve gaz verme dışında ‘mal’ınızı görelim, derler.
Emek ve ürünün, acısını, uğraşını, maliyetini, yorgunluğunu, bitmek tükenmez çabasını bilmeyenler, yaşamayanlar, kendi siyasi ve sosyal yandaşlarına da istedikleri bollukta ‘büyük’ sıfatlarından dağıtır, bu bir verme dağıtma dünyası, kuyrukları birbirlerine dolanıp düğümlenmiş sisteminiz budur.
Emek ve ürün’ü tanıyabilmek için insanlığı, gökleri, tarihleri, Tanrıyı, sonsuzluğu içinde değerleyip tartışabilen ‘bilgi’den haberdar olmanız gerekir. Bu, bir çağı tanıyıp tanımadığınız eşyalar hakkında bilginiz olup olmadığını bizlere gösterir, yok, huzuru sonsuzlukta değil iktidarda arayanların eseri ve esiri binlerce yazar.
Emek ve ürün sizin için sadece ‘tanıtım’ kampanyaları, her devasa sorunu ahkamlarıyla şipşak çözenlerin ülkesi, gökdelen kolay, asfalt otoban kolay, dünyanın büyük yazarı olmak kolay, bir gün olsun bu ağbileri bir yüksek merdivenin basamaklarında yorulmuş düşüne otura görsek, yok, bütün özgürlükleri maymunların ağaca tırmanma hızıyla çözüp bertaraf ediyorlar.
Eş dost trafiği, size, iktidar tanrısını, paracukları, kısa yoldan konfor ve maaş güvenliğinizi bağışlıyor, her biri bando şefi, her biri kendini katedral gibi görüyor, sisteminiz uygarlığımıza armağan olsun.
Ve bu asalaklığınızı harbice ifade ettiğimiz için de bizlere ‘ölümcül bir ambargo’ koyarsınız, büyük yazarlarınızı ancak sansür denetimiyle ayakta tutarsınız, dili ve ruhu derinleştiremeyen binlerce şişeye mantar yazı, dünkülerin de bugünkülerin de değişmeyen bu topraklara yapılan asıl ‘darbe’ budur. İşte bu sistemi ayakta tutanlar ‘gerçek darbecilerdir’, darbeler değişse kendileri paraları ünvanları yalıları değişmeyenlerdir, bu artık sistem değil ‘sultanlıktır’.
Bir de üstüne, sistem diye bağıranlar, en özgürlükçü gazetenin kendi gazeteleri, en özgürlükçü yazarların kendileri olduğuna imanları tamdır, PKK’yı da kedileri de aynı cümle içinde merhametleriyle hepimize insanlık dersi veren onlardır.
Ülke insanlık hangi sarsıcı bunalımı yaşasa zırnık yerinden kımıldamayan dubalar demir kalaslar. Büyük yazarlıkları okunma istatistikleriyle asla değil, ben söyledim böyledir kibriyle, kiralanmış ınternet siteleriyle, sahtekarlığın utanmaz riyasıyla, kalleşçe bir ikiyüzlülükle’dir, ki sadece gestapolukla açıklayabiliriz."

Nihat GENÇ (Nihat Genç' in oda tv de yayınlanan yazısından alıntıdır)

Top kumaştan bayramlık yazı

ODATV

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Entropi

    Denizin üzerinde yansıyan ışıklar hakkında konuşabilecek kadar dingin bir ruh hali içinde olmaya çalışmaktan bahsediyordu. Gözlüklerinin...