14 Mar 2011

Kıt aklın çıkarımları. Gerzekliği seviyorum.

Uzman olmak ne garip lan. Olayı sen biliyorsun en nihayet ama, mesela deprem uzmanıysan, ama deprem yoksa, hiçsin. Üzülüyorum bu insanlara. Deprem oldu üzücü elbette ama, şimdi canlı yayında da sana uzman falan diyor insanlar, ağzına bakıyor garipler. O da hoş. İnsanoğlunun şişen egosunun, tarihsel bir acı karşısındaki acıklı durumu. Bir yandan insanlar öldü diye düşün; diger yandan, ekmek parası için dua et ki, felaket olsun. Zor. Acıklı dediysem, adam için yani. Acıklı filmler gibi değil. (Acıklı film ne lan bu arada?) (Dikkat, film acı içerir ). Acıklı filmlerde olay başka. Genel bir acı hali var orada. Olaylara ve insanlara ve herşeye üzülme durumu. Burada ise kişisel. Bak bir de kişisel var. bence yok. Yani kişisel diye birşey yok. Tarih tekrardan ibaretse ve insanlar ayrıntılar haricinde hep aynı meselelerin muhatabı oluyorken kişisel ne? Özel ne? Saçmalık. (Eğer buna saçmalık değil diyen varsa, düşünmeyi bilmiyordur, aklı noksandır.)
Sütlü kahve ile sade kahveyi aldatıyorum midem ile ortaklaşa iş yaparak. Normalde kahveye süt girmez. (girer diyen varsa yanılıyordur.). Normalde sütsüz içilmesi gereken jacops marka kahveye- nescafe olmaz (olur diyeni boşverin)-belki bir miktar şeker konabilir ama süt kahvenin düşmanıdır. Çay-şeker ortaklığını taklit ederek arada sütü de eritmeye çalışan bir komplodan ibaterttir kahve-şeker-süt sözde ortaklığı. (Değil diyen varsa gitsin mastır yapsın). Neyse midem kotuyken ve evde de benden gayrı kimse yokken, perdeleri kapatıp, gizli çekmecemden süt tozunu alıyorum ve buluyorum kahveyi süt tozuna. Gizli gizli iki kupa sütlü kahve içiyorum. Kapı çalındığı an lavaboya döküyorum. Kimse benim sütlü kahve içen bir homo olduğumu düşünsün istemem. (sütlü kahve içmek homoluk demek değildir diyen homodur)
Homoluk da ayrı bir inceleme konusu. Benden uzak durdukları sürece her cinsel tercihe saygılıyımdır. Ama yolda ne zaman bir homo kardeşim beni tutup zrla öpmeye kalkar, işte o zaman gerçek bir aaakepeeli kesilirim. Höst lan derim. Bunun dışında bir alıp veremediğim olmaz. Kim kimi isitiyorsa hoplatır cinsel açıdan. Ne birinin kıçına; ne diğerinin çüküne ip bağlamaya kalkacak adam değilim ben ("adam değilim" lafının arasına virgül koymayan varsa, ağzına ağzına vururum, uyarayım)
Zannımca kepçe kulaklı arkadaşlar 5.1 ses sistemi almamalılar. Hem o kadar para boşa gidecek, hem de her sörraund ses dinleme girişimi, bir eksikliğin yüzüne vurulmasıyla noktalanacaktır. Arka hoparlörlerden gelen sesi duyamıyorsan, o 5.1 sistemin 2 si sana girmiş demektir talihsiz kardeşim. Kendine acımıyorsan bize acı bari. Ben de aldım nihayet 5.1 ses sistemimi fakat, aklıma takılan bir konu var. Elektronik duzenekleri ne vakit söksem, içindeki X metreküp alan kapsayan asıl düzeneği örten X+10X metreküp bir kutu görüyorum. Ne yapmaya çalışıyor soni, ne yapmaya çalışıyor vaytvestinkhaus, anlayamıyorum hakikaten. Bir zaman da bir vcd çalıcıyı sokmuştum de içinden serçe kuşunun cesedi kadar bir kablo cıkmıştı. Dünya başıma yıkıldı işte o gün. Bu konuda tek markaya takdirlerimi sunmak isterim fakat: Premiyer. Kutu da devasa, içindeki de..En azından tutarlı birliktelik. (tutarlılık o demek değildir diyeni arka odaya çekin, yazı bitsin geliyorum ben). Bir de kumanda olayı var ki o tam şenlik. Çocukluğumda renkli tv ler yeni çıkmış piyasaya, bir akrabamız da 55 ekran bir tane almış. Hayırlı olsuna, çizgi film izlemeye, misafirin elini öpmeye gittik. Tv orada, güzel. Hoş beş ettik, japonmuş anlamadı bizi. Her neyse, e açalım da bakalım dememizle , ev sahibinin bana uzattığı devasa şeyi görmem bir oldu (erotik çağrışımlar yapmasın kafanızda, henüz ailemizde sübyancı, pedofili hastası çıkmadı). İlkokulda falan 30 cm tahta cetvelleri hatırladınız mı? ondan yan yana 2 tane koyun = genişliği; üst üste de 4 tane koyun= derinliği elde edersiniz. İşte bir o kadar uzayda yer kaplıyordu bu kumanda. Sanırım tv den sadece 5-6 kg hafifti. Peder ile ikimizdik. Ben tuttum, o tuşlara bastı, o şekil izledik. Eve döndüğümüzde iki gün sokağa çıkamadık, hamlanmışız.(abartıyorsun diyen varsa erzincana gidecek. bilet benden) Erzincan dediğim ise baya uzak ve soğuktur. Kıştır yani.
Kış ayında evimde oturuyorum. Dışarıda güneş var. Biraz da rüzgarlı. Kapıyı açıyorum cereyan yapıyor, üşüyorum. Kapatıyorum, içerisi soğuk. Açıp dışarı çıkıyorum, sıcak! Biri bana anlatsın arkadaş, kapalı mekanda neden daha çok üşüyorum?(bunu gerçekten bir soru cümlesi olaak algılayıp, yarım yamalak bilgisiyle bıyık altından sırıtan ve cevap yazmak için şimdiden ellerini kütletenlere sesleniyorum: OTURUN LAN YERİNİZE!) Soğuk sıcak ilişkisi de garip. Geçen biriyle (kim olduğu sizi ilgilendirmez) de konusuyorduk. Yahu kış ayındayız ama insan geçen yıl o sıcakları yaşamış olsa bile tasavvur edemiyor yazı diye konuştum ben. O da ööyle baktı durdu suratıma. Sanırım bendeki mal geni fark etti. yada kendi mal bilemiyorum. Montunun önünü ilikledi ve yaklaşık 5 dakika konuşmadı.
Mont meselesi: Gerçekten bir mesele benim için. Mont ne sorusu yıllarca aklımı kurcaladı durdu. Mont dışındakiler de kurcaladı ama, illaki sen mont, ah canım mont. Geçen online alışverişten bakacam bunlara. Kategorilerde geziniyorum. E benim aradığım mont değilmiş. Peki yağmurluk muymuş, hayır. E ne? Parka mı? değil. Pardösü? değil. Kaban? değil. Ne lan bu? Yok. Yetkililere buradan sesleniyorum: Gelin türkçeleştirelim lan şunları. Ceket-orta boy ceket-uzun ceket- şapkalı uzun ceket-içi tüylü uzun ceket diye sıralayalım gitsin. Telef oldum lan ortalıkta. TRENÇKOT NE OĞLUM? SİNİR HASTASI ETTİNİZ LAN BENİ. Hayır, bir ben mi malım diye soruyorum, değil. Kimse bilmiyor. Ya hepimiz malız, ya da büyük tezgah kurulmuş bize. Birisi evime ziyarete gelecek ve giderken, askılıktan pardösümü ver diyecek diye uykularım kaçıyor. İnsan insana böyle zulüm etmemeli bence. Antidepresan da kullanmak istemiyorum, o iyice ıspanak yapıyor kafayı zira.
Cinsellik ve sanat. Yine mi? E benden bağımsız. Beni buluyorlar sanırım. İsaril işi olabilir. Tv de duydum yine: Her sanat akımının , her yaratıcı üretimin içinde büyük çapta bir cinsel itekleme vardır benzeri bir cümle etti bi emmi. Tipi tahmin edeceğiniz üzere, uzun saçlı, küpeli falan bir tip. Heykeltraş (heykel var da sen mi traş ediyorsun, yoksa bir şeyi traş edip heykel mi yaratıyorsun? Al sana yoruma açık bir kavram daha) Yanında da kızıl saçlı gözlüklü bir başka sanatçı abla. O da, emmi konuştukça, lan bu hepimizi sevişme manyağı etti demeden, dudaklarını büzmüş, hint ögretisine maruz bırakılmış ögrenci misali ileri geri yaylanarak evet anlamında kafasını sallıyor gözlerini kapatarak. E madem bu kadar basit bir dürtüden yola cıkıyor sanat alemi, başarısız olan sanatçılara bi yolluk verelim, onlar ücreti karşılığında cinsel arzularını profösyonellerce gidersinler de, en azından üretilen sanat eserlerinde belli bir çıtayı sabit tutalım. Haksız mıyım?(haksızsın diyen varsa,bırakın konuşsun. Cinsel açlığı vardır) Ha bunun yanında, harika eserler ortaya koyan sanatçıları da, bir yere kapatalım. Kadın olanları erkeksiz; erkek olanları kadınsız bırakalım süresiz olarak. İşte gerçek rönesansın önünü açacak dahiyane bir tez öne sürüyorum. Telif, para pul da istemem.
Hükümet gerçekten işini bilmiyor. Yıllardır zam haberleriyle uyanıyoruz. Benzin örneğin. Bence dalgalı kur benzeri bir sisteme geçmeli. Olagan sayılmalı böylece değişimler. Sürekli kura bakarak işimize gücümüze bakarız. Arabası olmayanlara, doğalgaz sistemi uygulansın mesela. Kıçımıza bi çip taksınlar. İçine kredimizi soksunlar bir şeklide(ki bu şekilde olursa ben tüm arkadaşlarıma, ufak yüklemeler tavsiye edeceğim), otobüse falan binerken artık canımız yanmasın. Kıçımızdaki krediden alsın alacağını hükümetimiz. Fark etmeyelim en azından. Zamma itiraz da etmiyoruz hazır.... Bir de şu var tabii: Bir halk zamma itiraz etmiyorsa, neden kuruş kuruş arttırırsın ki fiyatları? Bas benzine 10 tl fiyatı. 2-3 gün bağrır susarlar nasılsa. E susmayanları susturmanın yolu da tazyikli su ve biber gazından geçiyorken, bas gazı bas suyu... en azından bir kere basarsın, oradan tasarruf ederiz.
Ohh, rahatladım . Devam ederim ben daha sonra.(etme diyen varsa...şimdi ağzımı kötü açacaksınız var ya!)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Entropi

    Denizin üzerinde yansıyan ışıklar hakkında konuşabilecek kadar dingin bir ruh hali içinde olmaya çalışmaktan bahsediyordu. Gözlüklerinin...