Sigaranın dumanı gözlerimi yaşartıyordu. Sen ellerini alnında birleştirmiş bir şeyleri anlamaya çalışıyordun. Gözlerim yaşarırken seninle konuşmak, gülüşünü duymama engel olduğundan, kendi sesimden nefret eder olmuştum. Bir süredir kendimden ve bazı yönlerimden nefret etmeye başlamıştım. Bir süredir kendimden, bazı yönlerimden durmak bilmeyen çenemden nefret etmeye başlamıştım. İnanır mısın, senin dışında olan her şeyden nefret etmeye de çalışmıştım. Tüm geri kalandan nefret etmek için kendimi böylesine zorlamamda bir gariplik sezer gibi olmuştum aslında. Çünkü aslında her şeyi ve herkesi anlayışla karşılamamın sınırsız gücünü anlayabiliyordum. Bazı anladığım şeyleri kabul etmeme özgürlüğünü seçiyordum hepsi bu. Anlamak yetmiyordu, bunu biliyorduk zaten şarkılardan ve soğuk havalardan ama, anladığımızı reddetmeye yeni yeni alışıyorduk sanıyorum.
Yaz aylarında insan gecenin çok geç bir vakti balkona çıkarsa, temiz bir havanın varlığını fark eder. İnsanların kendi bulundukları evlerinden dışarı çıkmayan sıcak nefesleri, arabaların yakıcı sıcaklığı sokakalrı terk ettiğinden, bize içimize çekilebilir gerçek bir havayı soluma şansı bırakır. Böyle anlarda bir sigara yakan insanlar, delici bir anarşizm yüklüdürler kanımca. Sevgi de böyle bir şey olabilir aslında. Sıkıcı hayat, evde sıcaktan boğulmamıza benzer. Hiçlik hissi, havadaki yüksek nemden boğulmaya... Dışarı çıkıp balkonun kapısını açmak, uyumaktan daha çok emek ve cesaret ister bir bakıma. Bir bakıma sevgi, emek ve cesaret ister. Aşk taze bir havayı yüzümüze yöneltir. Aşkın ferahlatıcı etkisi burada başlar. Sıkıntıyla karışık yakılan sigaralar,üst üste yakılan sigaralar, taze hava yerine boğazımızda kalan tortular, dişlerde biriken paslı tabaka, aşkın freahlatıcı havası için bir tecavüz sayılır. Her sigara yeni bir sıkıntı, her sıkıntı daha dumanlı bir hava getirir beraberinde.Bir cumartesi akşamında ,bazı fikirler kafamda birikmişken ve sen içerilerde bir yerlerde anlamadığım bazı başka şeylerle meşgülke sigara içmek...bilemiyorum, içime sinmeyen bir tarafı vardı bu akşam...
Yabancısı olduğumu hisettiğimden değil ama, kent bana bir yabancı olduğumu hissettirdiğinden olsa gerek kızgınlığım ona yöneliyordu. İnsan bir kentten nefret eder mi diye düşünmüyordum bile. Ben çocukken de böyleydim aslında. Kentlerden nefret eder, bazı böceklere yaşam alanı açar, bazı cansız varlıkları-örneğin taşları- başka bir mekana taşıyarak hayatta bazı şeylerin kaderini değiştirebileceğimi sanırdım. Sanki asfaltın ortasında alev topu gibi olmuş o taşı, yeşilin içinde gölge bir yere koyduğumda, yarı tanrı olacakmışım gibi hissederdim. Bu şekilde oluşturduğum küçük bir bahçem bile vardı. Kurtarılmış nesneler ve canlıların doğal olmayan tabiatı. Akıl sağlığı bozuk bir tanrının, mütevazi müdahaleleri. Sıkışan bir ruhun son çırpınışları. Boktan bir yaratıcının kadere engel oluşu..ne derseniz işte....
Çok geç anladım ki, bazı taşlar cansız değil. Bilinçli bir biçimde asfatta yanıyorlar. Araba tekerlerinin altında eziliyorlar. Bunu seviyorlar. Bahçemden dışarı kaçıyorlar ve bir önceki akşam ben onları kurtardığımı düşünürken, onlar kendi seçimlerine yöneliyorlar. Ne yaparsam yapayım, engel olamıyorum. Olamayacağım. Olamayacağımı anladığımda X yaşındaydım. Şimdi X+1 yaşındayım. Herkes ve her şey istediği noktada duruyordu. Büyük tanrı bile çaresizken ben... Tanrı olamamanın güçlüğünü kavramıştım nihayet sanıyorum. Benim için iyi bir deneyim oldu sanıyorum. Çaresizliği kavramak içinde aptalca bir huzur yaratıyor insanın. Nasılsa bir şey yapamıyorum, öyleyse olduğum yerde kalayım diyor. Balkondan dışarı bakıyor, kahve içiyor, ekrana bakıyor boş boş, gerilmiyor, uyuyor.
Uyumayı seviyorum.
Uyuyamıyorum. Kalkıp balkona çıkayım bari diyorum, sen varsın. Benden önce gelmişsin ve bir sigara yakmışsın bile. Dolayısı ile havada aşkın ferahlatıcı kokusunu duymanın imkanı kalmamış. Oysa ben temiz hava için çıkmıştım. Yanına oturuyorum. Sigara dumanı, göz yaşarması, nefret ve senin şu an pek duyamadığım güzel gülüşün. Hava da karanlık, yüzünü görmenin de imkanı yok....Taşlar cansız değiller bence diyorum son bir çırpınışla...Rüya mı gördün sen diyorsun, gözlerini kısarak. Sanırım diyorum ben de...Rüya gerçek ayırdedebiliyorsak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.