Denizin üzerinde yansıyan ışıklar hakkında konuşabilecek kadar dingin bir ruh hali içinde olmaya çalışmaktan bahsediyordu. Gözlüklerinin aşağı kaymasından huzursuz olmuyormuş gibi, her cümle arasında gülümseyip, burnunu çekip, parmağı ile gözlüğü yukarı taşıyordu. O konuşurken onu dinlemiyordum, dinleyemiyordum. Aklımda yer etmiş bir şarkının esiriydim. Müziğin boşluğuna denk gelen fikirlerinin ilginç olmasını ummaktan başka çarem yoktu. Sorularının, müziğin boşluğuna denk gelmesini ummaktan başka çıkışım yoktu. Onunla ne zaman konuşmaya çalışsam, arka planda harika müzikler duyduğumu ve bunun ne kadar muazzam bir şey olduğunu anlatabilmek isterdim. Ona ve başkalarına.
Geçen yıl bu zamanlar, ateşten çıkan kıvılcımlar hakkında konuşuyorduk. O gün de pek takip edemiyordum mevzuyu. Gözleri o gün kırmızıydı; şimdi parlak beyaz. Hayatla ilgili bir planım olup olmadığını soruyordu (bu soru neden yakamı bırakmıyordu?) İçimden sen diyordum. İçimi duymuyordu. Dile gelen planlarımı da beğenmiyordu. Dile gelmeyen planlarımı tehlikeli bulurdu diye ilk aklıma gelen alternatiflerden bahsediyordum. Kendi planları, uzun vadeli ve devrim niteliğinde idi. Büyük hedeflerdi. Her planında radikal bir atılım hedefliyordu. Onlardan bahsederken heyecanlanıyor, gözlerini gözlerime dikip yüksek tonla anlıyor musun diyordu. Bu hedefleri çok kişiden duyduğum için bana radikal gelmiyordu. Anlamıyorum desem başıma bir iş gelecek gibiydi, o nedenle anlıyorum diyordum dışımdan. İçimden seni tanımadan önce de anlıyordum diyordum.
Konuşmalar bu yöne yöneldiğinde(uzun vadeli, hayat değiştiren planlar, müthiş atılımlar, misyonlar...) arka plandaki müziğin sesi azalıyordu. Bu üzücüydü. Herkes için çok üzücü, anlatabiliyor muyum? (Ben bazen anlamıyorum.) Çünkü dile getirmediğimiz sessiz zamanlarımızdaki yaydığımız kokuların böyle modern hedefleri yoktu. Aptal bir sırıtışı takip eden dokunma arzusu, mutluluk ve engellenemez haz, onunlayken (sadece onunla) dondurma yeme isteğim vardı yalnızca ve tüm bunlar için aklı başında bir insan cinayet dahi işleyebilirdi bana sorarsanız. Ama işte sessizliği bozan anlık gelişmeler, dış etkenler, gereksiz konuşmalar ve önlemlerle beraber paket halinde geliyordu.
Ve 4 gün sonra bir akşam yürüyüşü sırasında geldi de(hep gelir).
Sanırım her incinen, o konuda incinmekten ödü kopan, bazen kabuğunu göstermek ister. Bunu çoğumuz gibi ters mantıkla yapar, tekrar başına gelmesinden ödünün koptuğu, başa çıkamayacağını bildiği meseleyi en güçlü tepkiyi vereceği ve gözü kara davranacağı konuymuş gibi lanse etmeye çalışır.
Bir konu dikkatimizi çekecek kadar tekrar edilerek bize sürekli vurgulanıyor ise bir insan tarafından, Kişi, dilinden düşürmediği ve kendisini tanıyanların onu tanımlarken altını çizeceği bu ilk konunun ya mağduru, ya öznesidir.
Kendi zayıflıklarımı yıllarca en güçlü olduğum yanlarmış gibi göstermeye çalıştığım, bunu fark ettiğim, çok kişinin aynı savuma mekanizmasına sarıldığını anladığım zamanlardan beri şaşırmadığım bu durumun, biriyle mutluyken, sessizken, beraberken ve rekabet halinde değilken, bende yarattığı eşsiz hisleri baltalamasından muzdariptim anlayacağınız. Birbirimize bir kere (ama sadece bir kere), neyden incinmekten korktuğumuzu söylemeyi, karşı tarafın bunu anlamasını ummayı, sonsuza kadar çenemizi kapatabilmeyi dilerdim.
O cin lambadan çıksaydı mesela. Bu dileği diler ve o cine kalan 2 hakkımı da alıp siktir olup gitmesini söylemek isterdim. Net, şık ve ölümcül.
Net, çünkü tek lazım gelen bu.
Şık, çünkü ihtiyacımdan ötesini istemiyorum.
Ölümcül, çünkü ne istediğimi biliyorum.