14 Şub 2025

Entropi

 

  Denizin üzerinde yansıyan ışıklar hakkında konuşabilecek kadar dingin bir ruh hali içinde olmaya çalışmaktan bahsediyordu. Gözlüklerinin aşağı kaymasından  huzursuz olmuyormuş gibi, her cümle arasında gülümseyip, burnunu çekip, parmağı ile gözlüğü yukarı taşıyordu. O konuşurken onu dinlemiyordum, dinleyemiyordum. Aklımda yer etmiş bir şarkının esiriydim. Müziğin boşluğuna denk gelen fikirlerinin ilginç olmasını ummaktan başka çarem yoktu. Sorularının, müziğin boşluğuna denk gelmesini ummaktan başka çıkışım yoktu. Onunla ne zaman konuşmaya çalışsam, arka planda harika müzikler duyduğumu ve bunun ne kadar muazzam bir şey olduğunu anlatabilmek isterdim. Ona ve başkalarına.

   Geçen yıl bu zamanlar, ateşten çıkan kıvılcımlar hakkında konuşuyorduk. O gün de pek takip edemiyordum mevzuyu.  Gözleri o gün kırmızıydı; şimdi parlak beyaz. Hayatla ilgili bir planım olup olmadığını soruyordu (bu soru neden yakamı bırakmıyordu?) İçimden sen diyordum. İçimi duymuyordu. Dile gelen planlarımı da beğenmiyordu. Dile gelmeyen planlarımı tehlikeli bulurdu diye ilk aklıma gelen alternatiflerden bahsediyordum. Kendi planları, uzun vadeli ve devrim niteliğinde idi. Büyük hedeflerdi. Her planında radikal bir atılım hedefliyordu. Onlardan bahsederken heyecanlanıyor, gözlerini gözlerime dikip yüksek tonla anlıyor musun diyordu. Bu hedefleri çok kişiden duyduğum için bana radikal gelmiyordu. Anlamıyorum desem başıma bir iş gelecek gibiydi, o nedenle anlıyorum diyordum dışımdan. İçimden seni tanımadan önce de anlıyordum diyordum.

   Konuşmalar bu yöne yöneldiğinde(uzun vadeli, hayat değiştiren planlar, müthiş atılımlar, misyonlar...) arka plandaki müziğin sesi azalıyordu. Bu üzücüydü. Herkes için çok üzücü, anlatabiliyor muyum? (Ben bazen anlamıyorum.) Çünkü dile getirmediğimiz sessiz zamanlarımızdaki yaydığımız kokuların böyle modern hedefleri yoktu. Aptal bir sırıtışı takip eden dokunma arzusu,  mutluluk ve engellenemez haz, onunlayken (sadece onunla) dondurma yeme isteğim vardı yalnızca ve tüm bunlar için aklı başında bir insan cinayet dahi işleyebilirdi bana sorarsanız. Ama işte sessizliği bozan anlık gelişmeler, dış etkenler, gereksiz konuşmalar ve önlemlerle beraber paket halinde geliyordu. 

   Ve 4 gün sonra bir akşam yürüyüşü sırasında geldi de(hep gelir).

 

   Sanırım her incinen, o konuda incinmekten ödü kopan, bazen kabuğunu göstermek ister. Bunu çoğumuz gibi ters mantıkla yapar, tekrar başına gelmesinden ödünün koptuğu, başa çıkamayacağını bildiği meseleyi en güçlü tepkiyi vereceği ve gözü kara davranacağı konuymuş gibi lanse etmeye çalışır. 

  Bir konu dikkatimizi çekecek kadar tekrar edilerek bize sürekli vurgulanıyor ise bir insan tarafından, Kişi, dilinden düşürmediği ve kendisini tanıyanların onu tanımlarken altını çizeceği bu ilk konunun ya mağduru, ya öznesidir.

   Kendi zayıflıklarımı yıllarca en güçlü olduğum yanlarmış gibi göstermeye çalıştığım, bunu fark ettiğim, çok kişinin aynı savuma mekanizmasına sarıldığını anladığım  zamanlardan beri şaşırmadığım bu durumun, biriyle mutluyken, sessizken, beraberken ve rekabet halinde değilken,  bende yarattığı eşsiz hisleri baltalamasından muzdariptim anlayacağınız.  Birbirimize bir kere (ama sadece bir kere), neyden incinmekten korktuğumuzu söylemeyi, karşı tarafın bunu anlamasını ummayı, sonsuza kadar çenemizi kapatabilmeyi dilerdim.

  O cin lambadan çıksaydı mesela. Bu dileği diler ve o cine kalan 2 hakkımı da alıp siktir olup gitmesini söylemek isterdim.  Net, şık ve ölümcül. 

Net, çünkü tek lazım gelen bu. 

Şık, çünkü ihtiyacımdan ötesini istemiyorum.

Ölümcül, çünkü ne istediğimi biliyorum.



8 Oca 2025

RÜYASINDA HERKESLE KAVGA EDEN ADAM



İlk gün, bunun ilk olduğunu fark edememiş elbette. Rüyasında terapisti kör olmuş, olur olmadık sorular sormuş. Bu onu sinirlendirmiş.  Etik demiş, ayıp demiş anlamamış terapisti. Rüyasında hiç anlaşılmadığı için sinirlenirmiş ilk gün. Birkaç can yakıcı ithamda bulunmuşlar karşılıklı. Seansın sonuna doğru ortam durulmuş. Terapist gözlüğü çıkarıp  adama takmış. Karşılıklı korkunç kahkahalar ve uyanış.


.............................


İkincide babası ziyarete gelmiş. Derbeder haline bakmadan oğluna giydirmiş uzun saatler. Adam olmak demİş, evin hali demiş, yalnızlık demiş, kılığına kıyafetine ; saçına sakalına küfretmiş.  Yıllar önce giden babasının aklında kalan adam olmamasından mütevellit kızamamış bile. Sağ eliyle şaşkın açık ağzını kapatmış, bu küçük bedenli adamı dinlemiş.  Kızmak için zamanı olmamış. Rüyasında bile sınırı aşacak kadar sinirlendiğindeki susma eylemi devam etmiş. Oysa insan rüyasında da olsa şaşırmak ister değil mi? Kalkıp babasının yanına oturmuş. Babası daha yüksek sesle bağırmamış, hayır, ses yükselmemiş, mesafe azalmış. Dolaptan bir vodka şişesini almış sakince yere bırakmış. Kırılmış. Babası küçümser gözlerle kendisine bakmış. Öfke böyle dindirilir işte sevgili babacığım demiş. Ağzından bir miktar kan boşalmış. 

Şu sahneyi bir düşün: Kafalar aşağı eğik ve gözler kenetlenmiş halde eski, neşeli bir türkü söylemektedir iki kişi. Uyanış.

........................   


Uyanıp gözlerini açtığında, nemli, yer yer ıslak plaj kumlarını görmüş.  Yığınla insan dolu plajda mı uyuyakaldım diye düşünmüş. Uzaktan bir kadın çığlığı duymuş. 10 senedir duyarım bu çığlığı, rüyada bile rahat yok demiş. Arkadaşı gülerek sırtına vurmuş. 12 yıl önce burda bitmişti arkadaşlığımız. Şimdi yine burası ve yine sen. Yine ben demiş arkadaşı. O zaman da rüya mıydı peki diye sormuş. Hayır demiş arkadaşı. Gözlerini kapatarak 12 yıl önceki arkadaşı ile kavga etmiş. Gözlerini açarak 12 yıl sonraki adama gülümsemiş. Uyanış

.....................    


20 Eyl 2024

Her şey bütün halde

 




Gece dolunay vardı. Sabah bahçedeki karıncalar bile bundan bahsediyordu, sen de biliyorsun. Görmedim,  duymadım deme bana.

Farklı pencerelerden aynı dolunayı izledik bir süre. Perdesini ilk çeken sen oldun. Gece karanlığı sabaha dönmemişti, evinin önünden sinsi bir köpek gibi geçerken ağaçlardan dinledim hikayeyi, bir sigara içme süresince anlattılar. Ağaçlar, özellikle karanlıkken, çok gevezedirler, her şeyi duydum. Ağaçları bilirim  deme bana.

Üzerinde pijaması ile, can havliyle koşan kadını gördüm sonraki gün. Henüz uyanmamıştın.  Herkes koşan bir kadın gördü; bir ben, ayak bileklerindeki kanı fark ettim. Bir ben.  Bak şimdi, kadın gözden kaybolmuştu ve senin gördüğün rüyadan erken uyanan bendim tamam mı? Sen burnun kaşınınca açtın gözlerini. Uyanıktım ve ben de gördüm deme bana.

Dolunay, karıncalar, sokak köpekleri, ağaçlar, pijama, kan ve bazı ölü hayvanlar. Tek tek biliyorsun. Bildiğini biliyorum. Hikayeyi biliyorum deme bana.


31 Ağu 2024

Her şey hazır, sizi bekliyoruz.

   


   Yabancısı olduğum için değil ama, bu kent bana bir yabancı olduğumu hissettirdiğinden olsa gerek kızgınlığım ona yöneliyordu. 

Çok sağlıklı çalışan bir beynim olmadığından, başarıya ulaşma şansım var sanarak, kızdığım her şeyi revize etmeye yöneliyordum.  İnsan bir kentten nefret eder mi diye düşünmüyordum bile.  Sabah erken saatlerde yaptığım yürüyüşlerde kimseye duyurmadan tartışan sevgililer gibi, aramızdaki husumete ilişkin fikirlerimizi beyan ederdik karşılıklı. Kent ve ben. Ben kendi kendime içimdeki öfkeyi mırıldanarak; o, vakitsizce güneş ışığını yüzüme doğrultarak, gürültüyü arttırarak… 

   Konuşmuştuk hatırlarsın, ben çocukken de böyleydim aslında. Bazı kentlerden nefret eder, orada yaşayan bazı böceklere yaşam alanı inşa eder, bazı cansız varlıkları -örneğin taşları- başka bir mekana taşıyarak hayatta bazı şeylerin kaderini değiştirebileceğimi sanırdım. Sanki asfaltın ortasında alev topu gibi olmuş o taşı, yeşilin içinde gölge bir yere koyduğumda, yarı tanrı olacakmışım gibi hissederdim. 

   Bu şekilde oluşturduğum küçük bir bahçem bile vardı. Kurtarılmış nesneler ve canlıların doğal olmayan tabiatı. Akıl sağlığı bozuk bir tanrının, mütevazi müdahaleleri. Sıkışan bir ruhun son çırpınışları. Boktan bir yaratıcının kadere engel oluşu. Ne derseniz…

   Kentler gibi insanlarda da  uzun süre revizyona gittim. Kendi varlığımı ve doğrularımı;  kentin yanılgısını ve çürümüşlüğünü kendime anlatma yöntemim de buydu. Çocukça kabul. Kendini kentin bir parçası gibi görmeden bütüne müdahale etmek...memnuniyetsizlik. Sanki sana kalsa...


   Sonra büyüdüm elbette, işe yaramadığını anladım tüm bunların. Kentler kendi başına, içindeki canlılar gibi, senin beklentilerini ya da müdahalelerini umursamadan akışında ilerliyordu. Dedim ya sonra büyüdüm. Etkisizliğimi idrak ettim. Ama işe yaramadığını bilerek, yaramasını da  ummayarak devam ettim hepsine.  Etmeliydim. Sen haklıydın.


"İşe yaramasını umarak yaşamak çocukluktu

çok geç fark ettim bunu."

Hepsini tekrar ele aldım ve düzenledim. Ortada kafa karıştıracak bir şey kalmadı. Senin eğlenceli tespitinde yer aldığı şekliyle: " Deha düzeyinde zekaya sahipsen bu yazıdan ya da konulardan (buralardan) uzaksındır. Değilsen ortalamaya yakın bir zeka ve anlamadığın şeylerin merakı ile dolusundur. Hiçbir konuda kendine gereğinden fazla güvenemezsin" Artık bilinçli bir kabulleniş halindeyim. Her şey hazır, sizi bekliyoruz. Hep umduğun gibi.


                                                                                                                                                  2001/ Nuri için

16 Nis 2020

cansızların serbest salınımı

   
    Bu yaşamda her şey olur. Hiçbir şey sürpriz değildir ve her an beklenmelidir. İnsan bir gün doğumu ya da huzurlu bir uykuyla her şeye baştan başlayabileceğinin ve bir yanlış kararla kendisinin ya da bir başkasının hayatını karatabileceğinin farkında olmalıdır. Bu bakımdan üzülmek ya da umutlu olmak ancak bilinçsiz bir ruhun çıkarımlarıdır. Bilinç, kontrol edemeyeceğin bir evrende savrulan bir atık poşet olduğunun ayırdında olmaktır. Sadece serbest salınımla oradan oraya savrulan bir poşetteki ahengi görebilmek insana kendini iyi hissettirebilir ve belki biraz da müzik.
    Anlaşılmayabilirsin yahut anlamayabilirsin; sevebilirsin ama sevilmeyebilirsin; bir gün çok iyi hissederken bir başka günü bitirmek için can atabilirsin. Aldatılabilir ya da sebepsiz terk edilebilirsin. Her şeyi doğru ve güzel yapmaya çalışırken, hiç tanımadığın ve asla kin beslemeyeceğin türden, çok da sevimli-ama zehirli bir hayvanın( üstelik sana husumeti de yoktur) ısırığı ile felç olabilirsin. Tabi hiç haketmediğin halde birçok kişi tarafından kabul görüp sahiplenebilirsin de. Tek sorunu iletişim kuramayan bir insanın en değerlisi de olabilirsin. Tüm bunlar  için ne önceden pozisyon alabilirsin ne de ön sezilerini kullanıp engel olabilirsin. Olumlu halleri de planlayarak yaratamazsın. 
Tüm bunlar, tüm bu gevezelikler ne için? Savrulmayasın diye. Her şey olur, bunu bilmelisin. 

    Kabul edilmeyecek yalnızca iki istisna vardır bu hayatta. Biri sevdiklerinin ölümü, diğeri geç  kalmak. Sevdiklerinin ölümü yüzünden erken bir farkındalık ödülü(!) alırsın gerçi, ama kimse bu hediyeyi böyle bir deneyimle erkenden sahiplenmek istemez. Ve sanılanın aksine bu ödül (yukarıda uzun uzun anlatılan sebeplerden ötürü) seni hiçbir zaman bir adım öteye taşımaz ve daha dayanıklı bir canlı yapmaz. 

    Diğeri geç kalmaktır ve affı yoktur, olmamalıdır da. Kainatın dengesi gereği, zamanında gerçekleştirilmeyen her eylem sahibini bağlar ve bağlamalıdır da. Öldürür ve öldürmelidir de. İşte böyle biri sizin sevdiğiniz biriyse, onun zamanlı ya da zamansız ölümü için göz yaşı dökmeyiniz. O artık sizin göremeyeceğiniz bir evrende salınan bir poşettir belki, geç de olsa mutludur ya da hala anlam arama çabası içerisindedir, üzülmeyiniz. 

Entropi

    Denizin üzerinde yansıyan ışıklar hakkında konuşabilecek kadar dingin bir ruh hali içinde olmaya çalışmaktan bahsediyordu. Gözlüklerinin...